35,4694$% 0.02
36,6569€% 0.28
43,4083£% -0.08
3.075,97%0,07
5.009,00%-0,20
3535262฿%2.48237
Kale Gündem – İffet sadece ferde has mı olur? Elbette değil. Bu güzel haslet ailede, kurumlarda, okulda, iş yerinde velhasıl her yerde olur ve olmalıdır da.
Fakat iffet kadınlarda aranır genelde. Bu ise berbat ve gerici bir algı.
Öncelikle “İffet ne demek?” sorusunu yanıtlayalım.
TDK’ye göre iffet: İnsanın cinsel isteklerini sorumluluk bilinciyle, ölçülü ve dengeli olarak karşılamasıyla ortaya çıkan şahsiyet yapılanmasına iffet denir.
TDV’da ise: Yeme içme ve cinsi arzularda ölçülü olmak, aşırı istekleri bastırmak, normal hâle getirip dinin buyruğu hâline getirmektir,” şeklinde bir tarif var.
Bu bilgiler ışığında yaşlı bir anne, gelini ve torunu arasında geçenleri not düşmek istedim. O eskidendi, siz ne anlarsınız? Yeni çağdayız, hangi çağda yaşıyorsun, senin kafan çalışmaz, o devir bitti,” vb. sözlere güzel bir cevap niteliğindedir aşağıya yazılanlar. Kimler yanılıyor?
Eskiler mi?
Yoksa yeni nesil mi?
Buyurun:
“Yaşlı kadın, odasından usulca çıktı. Salondan torunu ile gelininin sesleri geliyordu:
-Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum. Haydi, gel de soğutmadan ye!
Salonun en kuytu kısmına geçti. Yerdeki, köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce:
-Babaanneciğim, gel, beraber yiyelim, dedi.
Yaşlı kadın manidar bir şekilde iç çektikten sonra:
-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşallah, dedi.
Evin gelini:
-Aman anneciğim, eskidenmiş onlar! Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer.
Yaşlı kadın:
-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır.
Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı:
-Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti… Anlat bakalım, merak ettim!
Yaşlı kadın yeniden söze girerek anlatmaya koyuldu.
-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımızı uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Asla babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.
Babamız gelir, ‘Besmele’ çeker, ‘Haydi, buyurun,’ derdi. Hepimiz birlikte, huzurla başlardık yemeğe. Sonunda da sofra duasını kardeşlerimizle aramızda sıra ile okurduk. Hiç ailecek yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum!
Torunu:
-Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim?
-Hayır, yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum.
Hatta köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı, ‘Deli İbram’ derlerdi.
Vallahi, o bile o kadar mutluydu ki anlatamam. Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır; ‘Aba acıktım, aba su ver!’ derdi. Hangi kapıyı çalsa boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder, hamamcı arada yıkardı.
Cumaları esnaf elinden tutar, namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı.
Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak, evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor ama kimse utanmıyor.
Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı.
Bu sırada gelini, oturduğu yerden kalktı, mahcup bir eda ile salonun perdelerini çekti.
-‘Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur,’ derdi büyüklerimiz.
Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu orta asmazdı, ev ahalisinden bile edep ederlerdi.
Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip ‘Kız, baban bugün avluya çıktı, senin şalvarın asılı idi, utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as! Üstüne uzun bir tülbent ört, sonra mandalla. Altında ne olduğu görünmesin! İffetimiz, edebimiz bir giderse, ortada imanımız kalmaz!’ dedi. Tabii ben on iki yaşlarındaydım, annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım, karşı komşu, bütün çamaşırları asmış uluorta, ben utancımdan hemen içeri girdim.
Bugün yemekler dışarıda yeniyor, ‘göz hakkı’ oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu yenenlerde…
Hiç şifa olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz sallâllahu aleyhi ve sellem, ‘Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz,’ buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep ezâ ediliyor. Tabii ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da ‘depresyon’ diye diye doktorlara gidiliyor.
Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde… Evin içinde yaşananlar, aslâ dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetler, kavgalar… Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı.
Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor, değil mi Leylacığım?
Sözlerini neticelendirerek gelini Leyla’ya döndü yaşlı kadın.
Leylâ mahcup bir şekilde:
-Evet anneciğim, diyebildi.
Torunu:
-Babaanneciğim, şimdi Facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedikleri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!
-Aayy ne ayıp… İnsan hiç yediğini söyler mi?
-Ah anneciğim, her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyecek-içeceklerin, aldıkları eşya ve kıyafetlerin, hatta beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar…
-Yavrum, sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak, desene… Evler çırılçıplak kaldı, desene… Gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:
-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım, diye beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük… Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada…
Tabii ki hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Bedenin iffeti, tesettürdedir. Utanma, haya, imandan bir şubedir. Bakın size, benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım.
Hikâye dedimse, adı hikâye… Aslında bir hadis, kudsi hadis hem de… Yani manasını Allah’ın Peygamber Efendimize haber verdiği, sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle ifade ettiği bir hadis…
Bu hadise göre:
“Allahutaala, Âdem Aleyhisselam’ı yarattığı vakit Cebrail Aleyhisselam ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl. Ona dedi ki:
‘Ya Âdem! Bunlardan dilediğini seç!’
Âdem Aleyhisselam aklı tercih etti. Cebrail Aleyhisselam hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve ilim dediler ki:
‘Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden asla ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz.’
Cebrail Aleyhisselam da ‘Öyle ise yerlerinize yerleşin!’ diye emretti. Akıl dimağa, ilim kalbe, hayâ da göze yerleşti.”
Bu hadiste de anlatıldığı gibi, hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir hem de göze hitap eden şeyleri kontrol altında tutmak.
Gelini:
-Haklısın anneciğim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı, dedi.
Torunu kaşığı sessizce bıraktı:
-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım, anneciğim, dedi.
Babaanne de söylediklerinin, evlatları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allah’a hamdetti.”
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Dört asker bir komutan
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.