34,7641$% 0.07
36,5908€% -0.01
44,1083£% 0.17
2.958,95%0,29
4.901,00%0,30
3356277฿%0.38958
Ankara Üniversitesinin düzenlediği bir müzecilik konferansına katılmak üzere bulunduğum ve sonra İstanbul’a iş vesilesiyle dönemediğim Ankara’da uzun zamandır merak ettiğim müzelerden biri olan “Ulucanlar Cezaevi Müzesini gezme fırsatı buldum. Son yıllarda yerel yönetimler müzecilik konusunda ciddi yatırımlar gerçekleştirdiler bu bağlamda Altındağ Belediyesinin müzelerinden biri olan bu müzeyi teması bakımından görmeyi çok istedim…
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin… A. Arif
İlk olarak Cebeci Umumi Hapishanesi, Ankara Hapishanesi, Ankara Cebeci Sivil Cezaevi, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi isimlerini aldıktan sonra en sonunda Ulucanlar Cezaevi oldu. Türkiye’nin siyasal ve sosyal geçmişinde çok önemli bir hafıza mekanı olan “Ulucanlar Cezaevi” 1925 yılında kurulmuş, 2006 yılına kadar varlığını sürdürmüş olan cezaevi mahkumları Sincan’a nakledildikten sonra Altındağ Belediyesi tarafından 2011 yılında yapılan bakım onarımla Türkiye Cumhuriyeti tarihinin acı hikâyelerle dolu bu mekânı müze olarak açıldı.
Güzel güneşli bir Ankara, günlerden cumartesi yeni kurumum PTT misafirhanesinden yavaş adımlarla hamamönüne doğru yürürken bir yandan da şehrin tarihi yapılarını yeni restore edilmiş konakları sağlı sollu kültürel dokunun sembollerini keşfederek Türkiye’nin ilk hapishanesi tarihi Ulucanlar Cezaevi müzesine ulaşıyorum. Ülkenin 81 Yıllık tarihi dönemine damgasını vuran bu hafıza mekân; düşünceleri yüzünden mahkum edilmiş birçok siyasetçi, aydın, gazeteci, yazar ve şairi ağırlamıştır. Askeri darbe dönemleri adeta insanları öğüten bir mengenesi gibi çalışan bu mekan 1925-1983 yılları arasında İskilipli Atıf Hoca’dan tutunda genç yaşta idam edilen Erdal Eren’e kadar bilinen onlarca idama sahne olmuş binlerce acı hikâye koğuş duvarlarına dar karanlık koridorlarına sinmiştir…
Gişede kuyruk olması heyecanımı daha bir artırıyor çünkü sonuçta burası toplumsal belleğimizin demokrasi yolculuğumuzun kesintiye uğratıldığı bir dönemi sembolize ediyor. Demir kilitli ağır bir kapının ardından başlıyoruz yürümeye, biraz basık uzunca dar bir koridordan yürüyerek uzunca üstü açık bir başka koridora çıkıyoruz. Anbean acılar müzesi keşfi başlıyor…
Özelliği diğer büyük tabut şeklindeki koğuşlardan farklı olması iki çift ranzadan oluşan ayrıcalıklı diye tabir edilen koğuşlar. Üst kat penceresinden kısmen Ankara manzarası uzaktan da olsa görülebilen ünlü kişilerin kaldığı bölüm. Üst katta Türk siyaset tarihinin önemli karakterlerinden biri olan Osman Bölükbaşı, Bülent Ecevit, Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet Ran, Osman Yüksel Serdengeçti, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabağaçlı), Fakir Baykurt, Hüseyin Cahit Yalçın, Fethi Giray, Tarık Halulu, İbrahim Cüceloğlu, Yusuf Ziya Ademhan, Nahit Duru, Cemal Sağlam ,Zekeriya Sertel, Şinasi Nihat Berker, Ratip Tahir Burak, Ahmet Emin Yalman, Mümtaz Faik Fenik, Ülkü Arman, Kurtul Altuğ, Beyhan Cenkçi, Muzaffer İlhan Erdost, Adnan Cemgil, Metin Toker, Nihat Subaşı, Cüneyt Arcayürek, Turhan Dilligil, Fahri Erdinç, Cevat Rıfat Atilhan, Süleyman Ege, Mustafa Bağışlayıcı, Halim Büyükbulut, Faruk Taşkıran gibi isimlerin kalmış olduğu tespit edilmiş.
Merhum başbakanlarımızdan Bülent Ecevit 12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra 4 ay kadar bu koğuşta tutulmuş ranzaların yan taraflarına ayaklı bilgi panoları yerleştirilmiş kalan kişiler hakkında ne sebeple burada tutulduklarına dair bilgileri okuyabiliyorsunuz. Koğuş öyle ki adına Hilton denmesine rağmen Allah kimseyi Hilton’a bile düşürmesin dedirten bir yer…
Tecritler (müşahade )odalarına geçiyoruz eğilerek zeminden bir basamak aşağıya inerek koğuş koridoruna giriyorum hemen giriş solda bir manken canlandırması yapılmış elinde copu ile gülen bir işkenceci gardiyan görüyoruz. İçeri giren azılı suçluların atıldığı yahut içeride cezaevi kurallarına aykırı davranışta bulunanların belirli sürelerle tutulduğu zaman zaman işkenceye tabi tutuldukları bölmeler. Tecrittin dar koridorunda yürürken, içerideki işkence sesleri, bağrışmalar, insanların acı çığlıkları ses efektleri ile gerçeklik duygusu artırılmış hücrelerde heykellerle canlandırma yapılmış sizi gerçekten o insanlık dışı uygulamalar dönemine götürüyor o atmosferi yaşıyorsunuz. Lakin daha çok şey yapılabilir hücrelerde canlı drama teknikleri veya dijital simülasyonlarla, VR uygulamaları ile anlatıldığında insanın tüylerini diken diken eden işkence senaryoları ve tecrit şartları canlandırılabilir.
Havalandırma kısmına geçiyoruz, burası belirli zamanlarda hücre cezasında olan mahkumların hava almalarını sağlayan biraz daha geniş lakin uzun bir koridor voltaların atıldığı omuzların atıldığı teşbih tanelerinin hızla birbiriyle ya sabır yarışı işte bu havalandırmada gerçekleşiyormuş. Duvarda film şeridi şeklinde panolar yapılmış içinde Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının mahkeme salonunda savunma anından bir fotoğraf ve 9 koğuş siyasi mahkumlarına ait toplu bir fotoğrafı sergileniyor. Bir diğer film şeridi panoda Ulucanlar cezaevi önünde İstiklal Mahkemeleri idamının gerçekleştiği an ve cezaevinin eski fotoğraflarını görebilirsiniz…
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et. N.F. Kısakürek
Koridorun sonundan 4. Koğuşun havalandırmasına çıkıyoruz avlu dört köşe, geçmek bilmeyen zamanın hızlı voltalarla adımlandığı avludayız. Sanki ayak seslerini duyuyoruz bir ileri bir geri hücrede siyatik romatizma mafsallar çürümeye yüz tutmuş, eklemler kireçlenmiş, yürüdükçe açılacak gökyüzüne baktıkça iyileşecek umuduyla…Volta üstüne volta avluda, sonra tekrar rutubetli koşuşlar, paslı ranzalar, pörsümüş yataklar, yüzlerce acının hikâyesi sinmiş duvarlarına bu müzenin.
4. Koğuş; uzun tabutluk denilen koğuşlardan birisi karşılıklı sıralı çift ranzalardan oluşan uzunca bir dikdörtgen koğuş tipi ortada bir eski soba ranzalar üzerinde manken heykel mahkum canlandırmaları köşelere yapılmış resimler, paslı ranzalara asılmış secdeden yıpranmış seccadeler ilk gözüme takılan. Kasvetli rutubetli bir koğuş girişte solda mahkum dolapları, görüş gününde giyilecek elbise yatak altında ütülenip asılmış, alt ranzada yıpranmış eller ve ayaklarıyla çayını yudumlayan bir mahkum heykel canlandırması, gayet başarılı silikon heykeller mahkumun tüm detayları cezaevi şartlarının üzerinde bıraktığı izler çok güzel işlenmiş, duvara yaslanmış bir çift ağır işkenceden sakat kalmış bir mahkumun koltuk değnekleri, uzak ortada sergen rafları ,ahşap bir masa etrafında oluşturulmuş bir canlandırma var; bağlamasıyla belki de Neşet Ertaş’ın ‘mahpushanelere güneş doğmuyor’ türküsünü çalıp söylüyor. Üst ranzalarda yine kendilerine has oturuşlarıyla manken mahkum canlandırmaları sizi oradaki yaşanmışlıkların içerisine çekiyor, ara bölmede yemek yiyen mahkum canlandırmaları ve solda koğuşun mutfak kısmı tabak çanak tencere tava ve lavabo kısmı plastik ibriklerle o dönemin şartlarını sembolize etmiş.
Koğuş girişlerinde 1961 yılına ait dönemin gazetelerinde Ulucanlar Cezaevi olayları ve idam kararlarının alındığı haberleri. Şairinden yazarına, politikacısından sinemacısına kadar farklı görüşlerde onlarca insanı ağırlayan bu koğuşlar; bu koğuşlarda kaldı.
5 .Koğuş; Bütün koğuş girişlerinde olduğu gibi duvar pano sergilemelerinde dönemin gazetelerin ilk sayfa haberleri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamından bahsediyor. Yine tavan kısmı tabut kapağı şeklinde yapılmış koğuşun sonundaki duvara çizilmiş Türk Bayrağı üzerine “Özgürlüğünü Kaybettin, Onuru Kaybetme” imza Yılmaz, yazılmış. Bu koğuşta ilk idam kararı 1902’de verilen ve burada 1926’da infazı gerçekleştirilen Dr. Nazım Bey bu koğuşta yatıyormuş sonrasında Nazım Hikmet, Cevat Şakir, Muharrem Şemsek, Ramiz Ongun, İbrahim Doğan, Ahmet Say, Sabahat Sertel, Taner Akçam, Metin Toker, Mahmut Esat Güven, Esat Bütün ve Behice Boran, Selçuk Özdağ, Şair Ever Gökçe, Oral ile İpek Çalışlar çifti, Ahmet Tevfik Ozan, Hilmi Bey, Turan Güven,12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nde ilk idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu (7 Ekim 1980), kendisi için şafak türküsünün yazıldığı 8 Ekim 1980’de idam edilen Necdet Adalının ve 17 sinde çocuk yaşta idam edilen Erdal Eren’in ranzalarındaki bu bilgileri size aktardıktan sonra biraz ileride Hilmi Bey, Hüsnü Aktaş, Mustafa İslamoğlu, İstiklal mahkemelerince mahkum edilen İskilipli Atıf Hoca ile birlikte idam edilen Babaeski Müftüsü Ali rıza efendinin ranzasını görüyoruz…
7. Koğuş Film-Belgesel İzleme Salonu: Mahkumların zaman zaman zoraki eğitime tabi tutulduğu zaman zamanda film ve belgesellerin izletildiği bir salon ahşap sandalyeleri tavanları taşradaki eski sinemaları hatırlatan bu koğuşta Ulucanlar Cezaevi’nde çekimleri yapılmış 1989 yapımı yönetmenliğini Tunç Başaran’ın yaptığı annesi siyasi bir mahkum olan çocuğun hikâyesi olan uzun metrajlı Türk filminde gösterimi yapılmakta ziyaretçiler oturup filmi izleyebiliyorlar. Yer yer sıvası dökülmüş duvarlarda dönemin yabancı filmlerinden afişler mevcut özellikle Belmondo, Tom Selleck, Bruce Lee film afişleri insanı zamanın epeyce gerisine götürüyor…
Avlu duvar panolarının birinde Başbakan Bülent Ecevit’in 1981yılına ait duruşma salonundan bir görüntüsü ile Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in 1967 yılına ait duruşma fotoğrafı mevcut… Bir diğer panoda Şair Necip Fazıl Kısakürek’in 8 Mart 1953 yılına dair cezaevine girerken, Şair Nazım Hikmet’in 20 Mart 1938 yılına ait cezaevindeki bir fotoğrafı ziyaretçilerin yoğunlukla ilgilendikleri panolar.
6. Koğuş;Koğuşun sol tarafında yine ranzaların üzerinde yatan mahkumların bilgi panoları ve sağ tarafta burada yatan mahkumların burada kullandıkları yada ailelerinden alınmış özel eşyaları sergilenmektedir. İtalyan Fedi Marka 35mm’lik 1935 yılında Milano’da üretilmiş uzun yıllar cezaevinde kullanılmış bir film makinası, F.Elçke markalı piyano 1870-1900 yılları arasında Paris’te imal edilmiş, Başbakan Bülent Ecevitin cezaevinde giydiği kasketi ve kravatı, bazı fotoğraflar, Cevat Şakir’in kendisine ait el yapımı bir büst, kızına yazdığı mektup ve fotoğraflar, Necip Fazıl Kısakürek’e ait mektuplar, cinnet mustatili kitabının ilk baskısı, ideolocya örgüsü notları ,Osman Yüksel Serden Geçti’nin nüfus cüzdanı, şiir defteri, tabağı. Deniz Gezmiş’in hırkası, Yusuf Aslan Hüseyin İnan’ın gerekçeli idam hükmü belgeleri ve infaz hükmü belgesi, özel eşyaları, Osman Bölük Başına ait saat okuma gözlüğü tarak ve milletvekili kimlik kartı, Yılmaz Odabaşı’nın teşbih ve kalemi, Yılmaz Güney’in cezaevinde kullandığı kravatı ve mendili, Nazım Hikmet’in dikiş kutusu ve el yazısı ile Davet adlı şiirinin ilk üç beyitti. Behice Borana ait bir vekillik dönemine dair bir teklif ve Ara Güler’in çektiği bir fotoğraf, İskilipli Atıf Hoca’nın idamından önce okuduğu Kuranı Kerimi, teşbihleri, bir fotoğrafı, çatalı, kaşığı ve kahve değirmeni, mendilleri.
Yazar Fakir Baykurt’un bağlaması, gömleği, daktilosu, gözlüğü, teşbihi, İdam edilen Albay Talat Aydemir’e ait saat, tıraş makinası, gözlük ve kahve fincanı ve tabağı, Suvari Fethi Gürcan’a ait şapkası çantası süvari postalları, Fikret Arıka’nın idamdan önce giydiği elbisesi ve ayakkabıları, Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektupları, idam günü giydiği takım elbise ve ayakkabıları, Sait Özdemir’in suç aletleri diye tutuklanmasına gerekçe gösterilen hırkası, seccadesi, teşbih, takke, mesh ve Risale Nur nüshaları, çizmesi, Hüseyin Cahit’in Osmanlı dönemi nüfus cüzdanı, Mustafa Kemal Pilavoğlu, Beyhan Cenkçi ve Metin Toker’e ait özel eşyaların sergilendiği bu kısım ziyaretçilerin objelerle kurduğu duygusal iletişim bakımından çok önemli…
Sergilenen mektuplar arasında birçok acı demetlenmiş lakin bir çocuğun babasına yazdığı mektup, her bir kelimesi insanın adeta boğazını düğümlüyor, yüreğini burkuyor “Babacığım seni çok özledim. Sen buraya ne zaman geleceksin. Burada yağmurlar yağıyor. Benim öğretmenim ne yazarsam aferin diyor.” Küçücük okumayı yazmayı yeni öğrenmiş bir çocuğumuzun minik parmaklarından süzülmüş bütün ziyaretçileri hüzne boğup gözlerini dolduruyor, bir bu çocuğun acısını bir de babasının çektiği acıları düşünün! Hepsi, “Görülmüştür!”
İnsanın boynunda adeta bir iple gezdiği bu mekânda yürek burkan bir diğer mektup “Sinancığım, bu sabah pencereden bakınca ne göreyim? Her taraf bembeyaz değil mi? Demek ki gece kar yağmış. Yozgat’ta da yağmıştır herhalde. Şimdi siz sobayı fayrap edip keyif çatıyorsunuzdur. Bana karlı bir masal yazıp gönder. Bundan önce sorduğun soruların cevaplarını arkaya yazıyorum. Gözlerinden öperim sevgili oğlum. Baban…”
O karanlık ve kasvetli günlere dair Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi;
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk üşüyorum
Düşünüyorum, düşünüyorum
Sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi
Sana ulaşmak istiyorum
“Ulucanlar Cezaevi Müzesi Türkiye için önemli hafıza mekânı. Farklı görüşlerden birçok tanınmış ismi soğuk demir parmaklıkları arkasında ağırlamış, bilinen 18 idam infazına tanıklık etmiş, kör duvarlarında, koridorlarında, koğuşlarında, avlularında, hücrelerinde acının ve utancın bin bir çeşidinin biriktiği önemli bir müzedir. Türk siyasi hayatında önemli bir yere sahip Ulucanlar Cezaevi, 1925’te yapıldığı zamanki haline sadık kalınarak restore edilmiş lakin keşke orijinal haliyle muhafaza edilseydi bir belgeselde görmüştüm duvardaki yazılar resimler sloganları, çıkıştaki ‘darağacı’ 1926-1980 arası onlarca idamda kullanılmış…”
Hapishanenin avlularında dolaşırken duvara asılmış panolarda buradaki akıp gitmeyen hayat bir film şeridi içerisinde fotoğraflarla gösterilmiş, çerçevelere kimler sığdırılmamış ki siyasetçiler, sanatçılar, gazeteciler, şairler fikir adamları… İskilipli Atıf Hoca’dan, Osman Bölükbaşı’na, Kasım Gülek’ten, Ahmet Arif’e, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Yılmaz Odabaşı, Behice Boran… Kimler kimler Bülent Ecevit’den, Muhsin Yazıcıoğlu’na, Serdengeçti, Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Talat Aydemir, Cevat Şakir Kabaağaçlı’dan, Necip Fazıl Kısakürek’e, Nazım Hikmet’ten, Yılmaz Güney’e varıncaya kadar onlarca bilinen kişilik. Bir kısmı geçmek bilmeyen yılları tüketmiş, bir kısmının hikâyesi darağacında son bulmuş.
Yakın tarihimizin aynalarından biri olan bu bellek mekân Ankara Ulucanlar Cezaevi birikmiş acılar müzesi, Ankara’ya gelen herkes ideolojik ayrım yapmadan objektif bir gözle bu müzeyi gezmeli. Altındağ Belediyesine özellikle Veysel Tiryaki beye bize bu acılar müzesini armağan ettiği için teşekkür ediyoruz. Umuyoruz bir daha böyle karanlık dönemler yaşanmaz ,toplumsal muhasebe ve muhakeme ile vicdanları yoklamak için bu müzeyi mutlaka görmek gerekir…
Akşam erken iner mahpushaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe…
Müze gayet ferah otopark sorunu yok giriş ücretleri çok düşük pazartesi hariç her gün 10-17 ziyarete açık.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.
2023 fırsat mı?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.