34,2152$% -0.03
37,5303€% 0.12
44,8356£% 0.16
2.884,05%0,51
4.905,00%0,16
2068776฿%-2.72103
Kale Gündem – Günümüzde, Türk toplumunun marka bağımlılığı ve İsrail ürünlerini boykot bilinci üzerine düşündüğümüzde, maalesef bu bilincin yeterli düzeyde olmadığını görmekteyiz. Filistin’de her gün onlarca insan katledilirken, bizler hâlâ bu zulmü gerçekleştirenlerin markalarını tüketmeye devam ediyoruz. Peki, tersine bir durum olsaydı, onlar bizim ürünlerimizi tüketirler miydi?
Modern dünyada markalar, günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda. Giyimden teknolojiye, gıdadan kozmetiğe kadar birçok sektörde belirli markalar, tüketicilerin tercihlerini şekillendiriyor. Ancak, bu marka bağımlılığı, çoğu zaman etik değerlerin ve toplumsal sorumlulukların göz ardı edilmesine neden oluyor.
Filistin’de yaşanan insanlık dramı, her gün televizyonlarda, gazetelerde ve sosyal medyada karşımıza çıkıyor. Ancak, bu görüntülere rağmen, İsrail menşeli ürünleri tüketmeye devam ediyoruz. Bu durum, toplumsal bilincimizin ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyor. Marka bağımlılığı, etik değerlerin önüne geçmemeli; tam tersine, bilinçli tüketici olmak, adaletsizliklere karşı durmanın bir yolu olmalıdır.
Boykot, sadece ekonomik bir protesto aracı değil, aynı zamanda toplumsal ve etik bir duruştur. İsrail’in Filistin’e yönelik politikaları ve uygulamaları, dünya genelinde büyük tepki çekmiştir. Bu tepkilerin bir yansıması olarak, birçok ülkede İsrail ürünlerine yönelik boykot kampanyaları düzenlenmektedir. Ancak, bu boykotların etkili olabilmesi için geniş bir toplumsal bilinç ve kararlılık gerekmektedir.
Peki, durum tersi olsaydı, yani İsrail zulme uğrasaydı bizim ürünlerimizi tüketir miydi? Bu sorunun cevabı, büyük ihtimalle hayır, olacaktır. Zira İsrail toplumu, genel olarak ulusal ve dini birlik duygusuyla hareket eden bir toplumdur. Kendi ülkesine ve halkına yönelik bir tehdit veya saldırı karşısında, ekonomik ve toplumsal dayanışmayı ön planda tutarak, düşman olarak gördükleri ülkelere karşı ciddi bir boykot uygulayabilirlerdi.
Bizim de aynı dayanışma ve bilinçle hareket etmemiz gerekmektedir. Toplumsal değerlerimize, adalet duygumuza ve insan haklarına olan inancımıza sahip çıkarak, tüketim alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. İsrail menşeli ürünleri tüketmek yerine, alternatif ürünlere yönelmek hem vicdani bir rahatlama sağlayacak hem de zulme karşı duruşumuzu pekiştirecektir.
Bu konu ile alakalı olarak zaman zaman toplum içinde duyduğumuz sorulardan bir tanesi de “Bu ürünleri boykot etmenin ne faydası olacak?” sorusudur. Çok faydası olacak. Birlik ve beraberliğin en güzel temsili olan ortak akıl ile hareket etmek tabii ki bir fayda sağlayacaktır. Hiçbir şey olmasa bile safımızı belli etmenin haklı gururu olacaktır vicdanımızda.
Öyle ki hemen hafızamızda canlanmalı Hz. İbrahim ve Karınca hikâyesi. Kıssadan hisse şudur ki karınca misali “Hiç olmazsa hangi tarafta olduğum anlaşılır,” vesselam.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kale Gündem – Bir toplumun tarihsel bir süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve manevi özelliklerin bütünü o toplumun kültürel yapısını teşkil etmektedir.
21. yüzyıl dünyasında görünen bir gerçek şu ki baş döndüren bir hızla gelişen teknolojiyle birlikte globalleşmenin etkisinde olarak artık küçülen dünyamız ve bizler, yavaş yavaş kendi değerlerimizi unutmakta, hatta bununla kalmayıp işin kötüsü kültürel yozlaşmaya doğru kaymaktayız. Bizler ancak bu değerlerimizi doğru bir şekilde anlayarak, doğru bir şekilde anlatarak aynı zamanda gelecek nesillere aktararak devamlılığımızı sağlayabiliriz.
Bir kenti yaşatan kültürel değerler arasında maddi manevi unsurlar var dedik sözümüzün başında. Bunlar neler mi? Gelenek görenekler, yaşam biçimi, giyim kuşam, o kentte büyümüş ve o kente ait olmuş şahsiyetler, kent ile özdeşleşmiş tarihi ve kültürel yapılar ve daha birçok değerimiz. Aslında kentin sosyal ve kültürel hayatında iz bırakanlar gerek bıraktıkları eserler ile gerekse de kendi şahsiyetleri ile o kenti yaşatanlardır, diyebiliriz.
Geçmişe dönüp baktığımızda Malatyamızın sosyokültürel ve siyaset dünyasında iz bırakmış ve farklı alanlarda çeşitlilik göstermiş bir mozaik görebiliriz. Destanları ile büyüdüğümüz Battalgazi, ünlü mutasavvıf Niyazi Mısri, siyasi hayatı ve kişilikleri ile hâlâ kendilerinden söz ettiren İsmet İnönü ve Turgut Özal, güldürürken aynı zamanda düşündüren Kemal Sunal, özgün müziğin güçlü sesi Ahmet Kaya, “Masalcı Baba” lakabı ile tanınan Türk Halk Edebiyatının usta isimlerinden Eflatun Cem Güney Malatya’nın önemli şahsiyetleri arasında.
Şimdi şu soruyu soralım her birimiz: Geçmiş zamanın önemli şahsiyetlerini bizler böyle övgü ile anlatırken acaba bizden sonra gelecek olan nesil, özellikle deprem sonrası Malatya’nın sosyal, kültürel, ekonomik hayatına pozitif manada iz bırakmış olacak şahsiyetlerden bahsedebilecekler mi?
Deprem sonrası geleceğin Malatya’sında siyaset arenasında, yerel yönetimlerde, sivil toplum kuruluşlarında ya da yurdum insanında; “Malatya’da deprem olmadı” diyenlere karşılık “1393 canımızı yitirdik” diyecek, “rant” diyenlere karşılık “rest” diyecek, Malatyalılardan bihaber hazırlanmış “master plan” diyenlere karşılık “maskeli plan” diyecek, neye ve kime göre belirlendiği belli olmayan “rezerv alanlarına” karşılık “razı değiliz” diyecek, en önemlisi de “Bu şehir sahipsiz” diyenlere karşılık “Malatya’nın sahibi biziz” diyecek biri ya da birileri olacak mı? Kısacası “Malatya’nın kaderini değiştiren kişi” diyebileceğimiz biri ya da birileri olacak mı?
Maalesef ben bu konuda ümitliyim dersem, ümidimin hakkına girmiş olurum, diye düşünüyorum. En zor zamanlarda ve koşullarda bile Pollyannacılık yapmaya çalışan ben, yukarıdaki sıralamada maalesef olamıyorum. Yani “iz” bırakan kişi ya da kişiler olması gerekirken, “ez” bırak kişi ya da kişilerin olması içimi çok acıtıyor gerçekten.
Çok mu karamsarım yoksa çok mu haklıyım? Siz ne dersiniz?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kale Gündem – Son zamanlarda içimde her geçen gün artan bir umut var… Bunca cefanın arasında besleyip büyüttüğüm. Sebebini bilmiyorum lakin çocuksu bir umut benimki. Hani diyor ya Sezen Aksu, “Belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda, iklim değişir, Akdeniz olur, hadi gülümse…” Tam da bu moddayım. Aslında karamsarlığımın içerisinde büyüttüğüm bir umut benimki… Hani insan düşmeden kalkamazmış ya öyle bir şey…
Sebebini açık edeyim; bu umut doğup büyüdüğüm şehrim Malatya ile ilgili… Bunca yıkılmışlığın arasında bir umut filizleniyor içimde, şehrime dair. 6 Şubat depreminden ders çıkaracağımızı düşündüğüm bir umut aslında…
Ve şunları görüyorum…
Şehrin ortak paydasında bir araya gelen, siyaset yapmayan, ideolojik bakmayan, kime yarar hesabı yapmayan belediye başkanları, milletvekilleri, muhtarları, parti il başkanlarını ve parti üyelerini görüyorum…
Şehrin geleceğine etki sağlayacak sosyal, kültürel ve çevresel proje yarışmaları yapan ve gelen projeleri hayata geçirme sözü veren yerel yöneticiler görüyorum…
Bilerek veya bilmeyerek yönetimde zafiyet gösteren yöneticiyi sîgaya çekecek Molla Kasım gibi kanaat önderi ve STK başkanları görüyorum…
Gözünü ve kulağını sadece Malatya’nın vicdanına adamış, sözünün ve kaleminin eri basın emekçisini görüyorum…
Akademisyenlerinin her gün şehrin merkezinde, kurumlarda, STK’larda Malatya için ilmini vakfettikleri üniversitelerimizi görüyorum…
Marifetin bilmek olmadığını, neyi niçin bildiğini bilen öğretmenlerin elinde büyüyen çocukları görüyorum…
Mahallesinin camisine, çeşmesine, kaldırımına, sokak lambasına evinin en kıymetli hazinesi gibi bakan gençleri görüyorum…
Yerel girişimleri sahiplenen, yerel esnaftan çok daha fazla alışveriş yapan bir halk görüyorum….
Aynı zamanda kaldırımları işgal etmeyen, kapı önlerinde sabah kahvaltısı yapmayan, müşterisini içeride bekleyen, başı önünde esnafımızı görüyorum…
Şehrin sakinleri yani sahiplerinin birlik ve dayanışma içinde şehrine sahip çıkmak adına, mahallelerinde temizlik günleri düzenlediklerini görüyorum…
Halkın umudunun gölgesiydi bu aktardıklarım aslında… Çok daha ötesi var… Bunca cefa çektik ama umudumuzu yitirmedik azizim; bir gün gerçekleşir umuduyla….
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kale Gündem – Herkesin her şeyi bildiği bir çağda yaşıyoruz maalesef. Günlük koşuşturmamız içerisinde birden çok konuda uzman olabiliyoruz. Yerine göre çok iyi bir sosyolog ya da mühendis, ekonomist, belki de çok iyi bir din alimi! Son zamanlarda yaklaşan seçim süreci ile birlikte çok iyi birer siyaset bilimci bile olduk. Olduk olmasına ama eskisi gibi değiliz artık.
6 Şubat depremi ile birlikte yiten canlar, biten hayatlardan sonra içimizde büyük bir heyecan kalmadı aslında. Eski yerel seçimlere nazaran seçim maratonu pek heyecanlı geçmiyor, vatandaş sonuçları eskisi gibi merak etmiyor diyebiliriz aslında. Aday adaylarının afili fotoğraflarını, sevecen görünmek için zorla sarıldıkları videolarını ve yerine getirecekleri muamma olan vaatleri gördüğümüz zaman hatırladık seçmen olarak seçim yapacağımızı.
Bizler seçmen sıfatıyla her seçim dönemi ideolojik, lidere hayranlık, bir fikre bağlılık ya da sadece muhalefet olmak gibi faktörlere binaen seçimimizi yaparız. Bazılarımız pek belli etmeyiz rengimizi, ta ki seçim gecesi TV ekranlarında Türkiye haritası üzerinde görene kadar renklerin ağırlığını ve dilini.
Neyi neye göre seçeceğimizi bile seçemeden gideceğiz bu seçime. Çünkü seçim yapmamız gereken daha mühim meselelerimiz var bu aralar. Mesela yerinde dönüşüm / yeniden dönüşüm seçeneği, mesela orta hasar / ağır hasar seçeneği, mesela kiralık ev / konteynır seçeneği, mesela ucuz gibi görünen A marketi / ucuz gibi görünen B marketi seçeneği gibi. Bu seçenekleri daha da çoğaltabiliriz. Aslında yerelin durumu bu tercihler arasında saklı kaldı diyebiliriz.
Demokrasi bayramı olan seçimleri bizler enkaz yığınları, çamurlu yollar, düzensiz trafik, çözülemeyen esnaf sorunları, gelmeyen hastane randevuları arasında bayram sevincine çeviremiyoruz maalesef.
Fakat tüm bunlara rağmen vatandaş olarak bizler her türlü zorluğa ve sıkıntıya karşı memleketimizi terk etmiyor ve sahip çıkıyorsak yerel yöneticilerin de en az bizim kadar hassasiyet göstermelerini beklemek en doğal hakkımız olsa gerek.
Vatandaş olarak bizler oy kullanarak görevimizi yerine getirirken icra makamlarının görevlerini yerine getirmesini beklemenin çok da büyük bir beklenti olmadığını düşünüyorum.
Kapalı oy sandıklarının içinde umutlarımızın, hayallerimizin, yarınlarımızın da kapalı kalmasını istememek yapılması çok zor bir iş olmasa gerek.
Çocuklarımıza yeniden yaşanabilir bir Malatya bırakmayı istemek en doğal hakkımız. Bu yüzden seçimimizi yaparken bilinçli bir seçmen olarak hareket etmeliyiz. Şahsi menfaatlerimizi bir kenara bırakıp toplum faydasını gözeterek hareket etmeliyiz. İşte o zaman gerçek seçmen olabiliriz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kale Gündem – Bu aralar gerek yerel gerek ulusal ve gerekse de uluslararası gündemimiz çok yoğun. Bu yoğunluk içinde ortak olan bir konu var bence: Debdebeli yaklaşımlar…
Gelin beraber analiz edelim.
Deprem gerçeği ile sallanırken hasarı bile kademelere bölüp, orta hasarlı diyerek literatüre yeni kazandırdığımız bir süreçten geçiyoruz orta hâlli vatandaşlar olarak. Orta hasarlı binaların çözümü noktasında kafa karışıklıkları giderilmeden sadece kesesini düşünen, debdebeli hayatlarını bir üst seviyeye çıkarmaya çalışan kişiler, şirketler, firmalar ve ilgili yetkililerle karşılaştık.
Biz orta halli insanlar olarak kışı daha rahat nasıl geçirebiliriz diye bir orta yol bulmaya çalışırken başkalarının, altın tozlu kahve içerek çoktan yolunu bulmuş olduğunu gördük. Sosyal medyanın görünen yüzü olmaya çalışarak doludizgin bir yarışın içine giren bomboş hayatlarla karşılaştık. İşleri güçleri debdebe olan, sonradan görmelikleriyle insanı çıldırtan ve son “enerjilerini” adliye koridorlarında harcayan bir dizi insan!
Güzel ülkemde bunlar yaşanırken bir de baktık ki Filistin’de yan yana dizilmiş, üzerleri örtülü çocuklar var. Çocuklar uyurken çekilmiş diye düşündüğümüz kareler meğer ölürken çekilmiş karelermiş.
Biz onlar ölürken görmedik, görmezden geldik. Çünkü onlar ölürken, bizler uyuyorduk. İşin en kötüsü de ne biliyor musunuz? Şu an gerçekleri görmemize rağmen çocuklar hâlâ ölüyor. Çünkü sesimizi, tepkimizi, duruşumuzu kurşun misali yağdıramıyoruz kan emicilere karşı.
Hepimiz vicdani sorumluluğumuzu yerine getirmek adına dualar ettik, hatimler indirdik. Daha sonra kınadık, lanet okuduk, boykotlar yaptık. Hatta öyle bir hâl aldık ki Filistin’e gitmek için seferber olduk. Fakat gelin görün ki kimimiz meseleyi bu ciddiyetle ele alırken, kimileri debdebe furyası içinde yer almaya devam etti. Boykot eylemlerine katıldıktan sonra marka ayakkabılar ve kıyafetlerle marka kahvelerin satıldığı işletmelerde yorgunluk attı. Yani sadece maddiyat üzerine değil maneviyat üzerine debdebeyi tercih etti.
Bahsettiğim üç farklı konu varken tek ortak noktada buluşmak maalesef kaleme aldığım bu yazı için bence üzücü. Gösteriş meraklısı, şatafat hastası, riyakâr insanların durumu. Aslında bu tablo için söylenecek pek de bir şey yok.
Gelin kulak verelim Şirazi’nin sözüne; “İlmini, dindarlığını gösteriş olsun diye yapan kimse, harmanı biriktirip ateşe veren gibidir…”
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.