36,2388$% 0.35
38,0197€% 0.32
45,6053£% 0.35
3.360,93%-1,10
5.564,00%-0,71
3536552฿%1.22911
Kale Gündem – Her şehrin kaderinde, bazen yıkımlar ve felaketler yer alır. Ancak bu süreçlerin sonunda, o şehrin nasıl yeniden ayağa kalkacağı, şehrin liderlerinin kararlılığı ve vizyonuyla doğrudan ilişkilidir. Bugün, şehrimizin karşı karşıya olduğu zorluklar ve bu zorlukların üstesinden gelme süreci, hiç şüphesiz siyasilerin, yerel yöneticilerin, iş dünyasının, sivil toplum örgütlerinin ve bu şehirde yaşayan herkesin omuzlarına yüklenmiş büyük bir sorumluluktur.
Şehrimizin yeniden inşası ve eski canlılığına kavuşması, sadece fiziki bir yeniden yapılanma meselesi değil, aynı zamanda toplumsal bir diriliş hareketidir. Bu bağlamda, siyasilerimiz ve yerel yöneticilerimiz siyasi hesaplardan arınmış bir şekilde, enerjilerini tamamen bu şehrin geleceğine harcamalı; esnaf veya tüccarlarımız daha çok para kazanmanın dayanılmaz hafifliğini bir kenara bırakmalı; Sivil Toplum Örgütleri temsilcileri gönüllerini bu şehrin geleceği için ortaya koymalı; sanayici, berber, fırın işletmecisi, tornacı, radyocu, televizyoncu, gazeteci de dahil olmak üzere herkes önce memleket demeli. Memleketin menfaatini namusu gibi korumalı ve gözetmelidir.
Bu memleket için yapılan her iş, atılacak her adım bu topluma bir güven vermeli. İnsanlar emin olmalı. Karar mercileri kaynakların etkin ve adil kullanımına dikkat etmeli. Yine karar mercileri bu şehrin nereye doğru gittiğini net bir şekilde ortaya koymalı. Yeniden inşa sürecinde yapılacak yatırımlar, uzun vadeli kalkınma hedefleri doğrultusunda planlanmalı ve uygulanmalıdır.
Elbette ki bu süreçte, tüm paydaşların katılımı ve katkısı çok değerlidir. Sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, iş dünyası ve halkın her kesimi, bu büyük dönüşümün bir parçası olmalıdır. Yerel yöneticilerimiz, bu paydaşlarla sürekli iletişim halinde olmalı ve ortak akıl ile hareket etmelidir.
Çünkü şehrimizin yeniden ayağa kalkması, sadece bugünü değil, gelecek nesilleri de ilgilendiren bir meseledir. Alınacak kararlar ve yapılacak çalışmalar, sürdürülebilir bir kalkınma anlayışıyla ele alınmalıdır. Çocuklarımıza daha yaşanabilir bir şehir bırakmak, bugün vereceğimiz emeklerin en değerli karşılığı olacaktır. Bu süreçte, en büyük umut kaynağımız, birlikte başaracağımıza olan insancımızdır.
Bu zorlu süreçte, kimse kendi çıkarlarına göre hareket etmemeli, gelecekte çocuklarımızın daha güvenli bir şehirde yaşayabilmesi için herkes çaba göstermeli. Bu, sadece bir kesimin değil, tüm toplumun görevi. Sanatçısından iş insanına, çiftçisinden öğretmenine kadar herkesin bu sürece katkı sunması gerekiyor. Ancak bu şekilde, Malatya’yı yeniden ayağa kaldırabilir, bu güzel şehrimizi geleceğe güvenle taşıyabiliriz.
Unutmayalım ki Malatya bizim evimiz. Evimizi yeniden inşa etmek, onu daha güçlü ve dayanıklı kılmak bizim elimizde. Malatya’nın yeniden inşa sürecinde gösterilecek çaba ve dayanışma, sadece bugünü değil, yarınlarımızı da şekillendirecektir. Bu bilinçle hareket ederek, şehrimizi daha güçlü ve dirençli bir şekilde yeniden ayağa kaldırabiliriz.
Malatya, yeniden doğacak ve bu doğuş, hepimizin ortak çabasıyla mümkün olacak.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kale Gündem – “Sosyal deney” yöntemini duymayan yoktur aramızda. Özellikle de yediğimiz yemeğin içindeki tuzu bile Binbir Gece Masalları gibi binbir değişik açıdan paylaştığımız bu zaman diliminde. Kısacası bireyselliğin “hit”, nezaketin “hiç” olduğu, sosyal medyanın altın çağını yaşadığı bu zamanda daha çok karşılaşırız “sosyal deney” adındaki psikolojik ve sosyolojik araştırmalarla. Daha çok gençlerin başvurduğu, bu uğurda kimi zaman dayak yedikleri kimi zaman gerçekten “helal olsun” dedirdikleri bir yöntemdir bence.
Benim derdim şu an sosyal deneyin fayda ve zararlarını konuşmak değil, gerçek hayatta göz göre göre yaşadığımız, bile isteye maruz kaldığımız sosyal deneyi konuşmak aslında. Nasıl mı?
Bir memleket düşünün. Sosyal, kültürel, ekonomik alanda belli bir ivme kazanmış, adı gibi gerçekten her anlamda büyük bir şehir olmuş bir memleket. Öyle ki Cahit Sıtkı Tarancı’nın, “Memleket isterim,
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun,
Olursa bir şikâyet ölümden olsun” mısralarını hemen hemen yakalamış bir memleket. Ta ki, yaşamış olduğu büyük afete kadar; yani deprem gerçeğine kadar.
Kimine göre doğal afet, kimine göre Allah’ın bir uyarısı olarak söylense de, olmuşa ve ölmüşe çare yok dediğimiz türden işte. Doğru; ölmüşe çare yok gerçekten. Ama olacağa çare bulabiliriz aslında. İşte bu yüzden kollar sıvandı, seferberlik başladı, yürekler bir oldu.
Güzel yurdumun güzel insanları, doğusu-batısı, kadını-erkeği, zengini-fakiri kısacası bir ve birlik olarak önce dualarla sonra gerekli yardımlarla bu afetin yaralarını sarmaya başladı. Tabii ki aksayan yerler, ihmaller, hatalar olacaktı bu süreçte. Yaşandı da bunlar. Öyle ki çoğumuz mağdur olurken, azımız mağrur oldu çoğu yerde. Velhasıl insanlar, kısacası insanlık elinden geleni yaptı. Şimdi iş asıl iş yapıcılardaydı, yani icra makamlarında.
Ne acıdır ki, insanlığın gösterdiği bu dayanışma ruhunu maalesef bu makamlarda göremedik. Hâlen bilinmezlikler içinde yoğruluyoruz, bilinmeyenleri de bilemiyoruz maalesef. Rezerv alanı, çarşı meydanı, teslim edilen ve edilmeyen konutlar, konteynerlere gelen yardımlar, elektrik ve su faturaları, yerinde dönüşüm, yeniden dönüşüm diyerek binbir hâle dönüştüğümüz birçok bilinmezlik işte.
Hasılı bu bilinmezlikler içinde bir sosyal deney, bizlerin de bu süreçte yaşamış olduğu. Sosyal deney metodolojisinde deneklerin, kontrol grubu ve deney grubu diye ikiye ayrıldığı, deney grubunun değişkene maruz kalarak vereceği tepkilere göre bilimsel bir rapor hazırlanacağı süreci biz maalesef hem deney grubu hem denek grubu olarak yaşıyoruz. İşin trajikomik durumu ise ne bilimsel bir rapor ne de vicdani bir rapor sunulmuyor biz vatandaşlara.
Gizli kameralar arkasında değil, aleni olarak gerçek kamera kayıtlarında bile fark edilmiyor bir memleketin tarihinin, kültürünün, kimsenin umurunda olmayışı. Ve bizler o gerçek kayıtlarda göremedik büyük cami avlularının, gerçekten sığamadıklarını küçük kâğıt parçalarına.
Velhasıl, sosyal hayatın gerçeğini sosyal deneylere konu edemeyeceğimiz bu süreçte sosyal denek olmak çok zor olsa gerek.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kale Gündem – Beş yılda; deprem, pandemi, ekonomik istikrarsızlık, tekrar deprem derken Malatya’mızın tarihinde az rastlanan, herkesi derinden sarsan felaketler yaşandı. 6 Şubat depremi ile bu şehrin yıllarca biriktirdiği, sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik sermayesi buharlaştı. Şehrin kaybettiği bu büyük sermaye bileşenleri, yüzyıllarca biriktirdiği yaşam pratiklerinin kıymetli hazineleriydi. Bugün şehrin caddelerini, sokaklarını, köylerini gezdiğimizde ne kadar kıymetli şeylerin kaybolduğuna şahit oluyoruz. Minaresiz camiler, çatısız evler, çocuksuz sokaklar, ışıksız sokak lambaları ve dahası… Özellikle şehir merkezi ve civarında meskensiz, kaldırımsız, ışıksız, ağaçsız ve insansız mekânlarda gezerken acılarımız katbekat artıyor.
Hayıflanmalarımız, keşkelerimiz, kırgınlıklarımız, kızgınlıklarımız artıyor.
Emanetimize yani şehrimize hakkıyla sahip çıkmadığımız için. Her birimiz kendi menfaatlerimizi, beklentilerimizi şehrin ali menfaatlerinden önceye koyduğumuz için. Önce “ben” dediğimiz için. Vurdumduymaz olduğumuz için. Göz yumduğumuz için. Hâl böyle olunca ihmal edilen Malatyamız çok fazla direnç gösteremedi, 6 Şubat depremi ile de daha büyük yaralar aldı.
Bir elinde Musa’nın asası, diğer elinde Alaaddin’in sihirli lambası varmış gibi dolaşarak yapay vaat satan tacirlere ihtiyacımız yoktur. Cümleleri ve sözleri dahi oradan buradan devşirilen sanal sloganik aktörlere ihtiyacımız yoktur. Acaba bir yerlerde bir makam kapabilir miyim düşüncesi ile siyaset kurumunu bayağılaştıran siyasi “dehalara” ihtiyacımız yoktur. Devletin ve yerelin imkânlarını kullanarak kendilerini kurtarıcı gibi gösterenlere ihtiyacımız yoktur.
Bizim bu yarayı kendi yarasını sarar gibi saracaklara, bu yaranın sebebini bilenlere, bu yaranın dermanını bilenlere, önceliği Malatya olanlara ihtiyacımız var. Her ne şartta olursa olsun sadece memleketin âli menfaati için siyaset yapacaklara, hizmet üreteceklere, ihtiyacımız var. Başta büyükşehir belediyesi olmak üzere ilçe belediyelerinin, milletvekillerinin, kamu kurumlarının, muhtarların, sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun, memleket yararına bir ve beraber olmasına ihtiyacımız var. Bu şehrin yıkılmışlığına, adalet penceresinden, merhamet penceresinden ve vicdan penceresinden bakacak, elini taşın altına koyacak, şehrin en ufak menfaatine halel getirmeyecek, şehri bir bütün olarak görecek şehrül-eminlere ihtiyacımız var…
Talip olanlara, talebimiz aşikârdır.
Oyumuza değil, gönlümüze, kalbimize, sevdamıza talip olanlar buyursun…
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kale Gündem – 2024 Türkiye yerel seçimleri geldi çattı. Yaklaşık beş yıl önce seçilen bazı belediye başkanları, bazı meclis üyeleri, bazı muhtarlar bu beş yıllık sürenin belki çok uzun bir süre olduğunu, hiç bitmeyeceğini düşünmüşlerdi. 31 Mart’ta seçim sürecini yaşayanların bir kısmı bu sürecin göz açıp kapama aralığında olduğunu fark etmişlerdir; siyaset arenasına bir fasıla verecekleri için. Bir kısmı da siyasal ömrünü biraz daha uzatabilmek adına türlü türlü entrikaların, türlü türlü hesapların girdabında yönünü bulmaya çalışacaktır belki de. Çünkü günümüzde siyaset maalesef, halka hizmet etmekten ziyade zümrelerin siyaset pazarında varlık göstermenin mücadelesini ön plana çıkıyor.
Hâl böyle olunca, çoğu kimse kişisel tavrıyla, şahsiyetiyle, iradesi ile bu siyasal pazarın içerisinde yer alamıyor ya da aldırılmıyor. Dolayısıyla siyaset, belli zümrelerin ali menfaatlerinin aracı hâline geliyor. Durum böyle olunca, kapalı kapılar arkasında nice idealler, nice hayaller törpülenip başka bir forma sokuluyor. Adaylar, ortak adaylar, gizli adaylar, aday olmayan adaylar bu halkın siyasal aklını, siyasal tavrını bir tarafa bırakarak yerel siyasette var olmanın azmi ile çırpınıp duruyorlar. Memlekete hizmet etme siyaseti yerine imaj ve algı siyasetinin kıskacında savrulup duruyorlar. Çünkü zümrelerin siyasetinde kendilerini seçen, kendilerine statü kazandıran, kendilerine yaptırım yetkisi veren halk yok. Gerek ulusal seçimlerde gerek yerel seçimlerde halkı apolitik bir duruma getiren, kerhen sandık başına götüren şey bu ve benzeri durumlardır. Açık hava reklamları, TV reklamları, sosyal medya paylaşımlarından öteye gidemeyen, kalplere giremeyen halksız siyaset her geçen gün daha çok itibar kaybediyor.
Bir şehre adil bir şekilde hizmet etmenin vebali ile tir tir titreyen adamların bu zümrelerin siyasal aklını dumura uğratması lazım.
Sırtını halkına dayayan, onların iradesine sahip çıkan ve irade gösteren adamların bu zümrelerin siyasal aklını dumura uğratması lazım.
Seçkinlerin ve yakınlarının makam sahibi olmasını, palazlanmasını değil, ehliyeti, liyakati, adaleti, merhameti, vicdanı üstün tutan adamların bu zümrelerin siyasal aklını dumura uğratması lazım.
Çünkü yıkıla yıkıla silüeti dahi kaybolmuş bu şehrin, bir dakikalık hizmet akışının sekteye uğramasına tahammülü yok. Konteynerdeki ailenin, esnafın, hastanın, yaşlının, engellinin, çocuğun belirsizlikler içinde savrulmaya tahammülü yok.
Beklenti odur ki yerel seçimlerin kapıda olduğu bugünlerde, yerel ve ulusal siyasette var olanların ve var olmaya çalışanların kendi özü olan halkı ile birlikte hareket etmesi…
Beklenti odur ki adayların algıyı ve imajı değil, halkını merkeze koyması, şehrinin her hakkını kendi hakkı gibi gözetmesi ve kollaması…
Beklenti odur ki adayların İLKELİ OLMASI, KUCAKLAYICI OLMASI, gözleri önünde darmadağın olmuş bu şehri nasıl ayağa kaldırabilirim endişesi ile UYUMAMASI, AZ GÜLMESİ ve ÇOK AĞLAMASIDIR…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kale Gündem – Bu sayıdaki makalemde içimi acıtan iki taraftan bahsedeceğim. Birinci taraf biziz… Bolluk ve bereket içinde şımartılmış, değer yargıları törpülenmiş, daha çok kazanma arzusunun kölesi olmuş, doyumsuzlukları zirve yapmış bizden bahsetmek istiyorum… Başımıza gelen onlarca musibetten ders çıkarmayan, daha çok şımaran; ticaretinde, işinde, sosyal hayatında insani bir duruş sergileyemeyen, yalan, riya ve algı ile ömrünü israf eden bizden bahsetmek istiyorum. Dara düşeni sömüren ki depremden sonra bunu fazlasıyla yaşadık -bizden bahsetmek istiyorum… Fırsat bu fırsat diyerek birine bin katmak isteyenlerin gözü dönmüş ahlaksız ticaretlerinden; daha fazla paraya kiraya vermek için çocuklarıyla birlikte aileleri kapı dışarı eden ev sahibi olan bizden bahsetmek istiyorum… Yediğinden, içtiğinden, giydiğinden kısarak aldığı evinin hasarını gidermek isteyenleri sömüren bazı ahlaksız firma sahiplerinden, bazı ahlaksız, vicdansız ustalardan ve bazı ahlaksız işçilerden bahsetmek istiyorum. Şehri başına yıkılmış, aç kalmış, açıkta kalmış insanlara yardım elini uzatanların yardımlarını eşine, dostuna şuursuzca peşkeş çeken bazı zavallılardan bahsetmek istiyorum… Küçücük menfaati uğruna, yıkılmış olan bu şehre bir çivi çakılmasın diye bürokrasiyi yanıltan, yerel yönetimleri yanıltan, siyasi otoriteleri yanıltan hülasa, şehrin geleceğini karartan bazı zavallılardan bahsetmek istiyorum… İçine düştüğümüz bu toplumsal sapmanın farkında olup da konuşmayan âlimlerden, hocalardan, akademisyenlerden, kanaat önderlerinden, STK’lardan bahsetmek istiyorum…
Evet, bunlar içimi acıtan şeylerin bir tarafıydı… İçimi acıtan diğer taraftan da bahsetmek istiyorum. Belki de kendimize acıyarak bakacağımız bir diğer taraf… Zulme karşı duyarsızlığımızı ortaya koyan diğer taraf… İnsanlığa medeniyet, adalet, merhamet götürdüğümüz zamanlarımız ile şimdiki zamanımızı hatırlatan diğer taraf; Filistin…
Evet, Filistin’den bahsetmek istiyorum. Çoğunluğu kapsayan fakat hükümleri çerçöp misali olan milyonlarca Müslüman’ın gözleri önünde vatanları işgal edilen; peygamberimizin emaneti Mescidi Aksa’ya, Kudüs’e canları pahasına sahip çıkan Filistin’den bahsetmek istiyorum. İmanını, itikadını zalime ve zulme karşı dipdiri tutan kahraman Filistinli erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan bahsetmek istiyorum… Küçücük dükkânını, evini, milyon dolar verilmesine rağmen davası için, Kudüs için, Mescidi Aksa için satmayan bilinçli, ahlaklı, davasının eri, Filistinli esnaflardan, ev sahiplerinden bahsetmek istiyorum… Üzerine tonlarca bomba yağdırılan, Müslüman’dan ümidini kesse de Allah’tan ümidini kesmeyen cesaretli, ağırbaşlı, sapanlı, taşlı Filistinlilerden bahsetmek istiyorum… Bombalanan binanın altında kız kardeşi ile birlikte sağ çıkarılan dokuz yaşındaki Filistinli çocuğun “Elhamdülillah sağız, babamız annemiz şehit oldu, keşke biz de şehit olsaydık” diyen vakur ve kararlı duruşundan bahsetmek istiyorum… Canları parça parça koparılarak şehit edilen on binlerce Filistinlinin biz Müslümanlara acıyan bakışlarından bahsetmek istiyorum…
Merhum Mehmet Akif’in dediği gibi:
“Müslümanlık nerede?
Bizden geçmiş insanlık bile…
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse;
Hep makberdedir.
Müslümanlık, bilmem amma,
Galiba göklerdedir!”
Galiba hayatta olan bizleriz; yaşayanlar ise milyonlarca Müslüman’ın izzetini, şerefini omuzlayan; imanına, davasına, Aksa’sına sahip çıkarak şehit olan Filistinliler…
Selam ve Dua ile…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.