Hasan Batar, Kale Gündem - Haberler, Son Dakika Haberleri, Malatya Kale İlçesi sitesinin yazarı
DOLAR

19,1143$% 0.11

EURO

20,7021% 0.39

STERLİN

23,5614£% 0.34

GRAM ALTIN

1.201,46%0,08

ÇEYREK ALTIN

1.998,00%-0,10

BİTCOİN

514645฿%-3.57238

İkindi Vakti a 16:07
Malatya PARÇALI AZ BULUTLU 14°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Hasan Batar

Hasan Batar

27 Mart 2023 Pazartesi

Hasan Batar yazdı: “Sevmek ispat gerektirir”

Hasan Batar yazdı: “Sevmek ispat gerektirir”
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Herhangi bir olumsuzluk durumunda insanda yaşam belirtisi olup olmadığını belirlemek için ilk önce kalbinin çalıştığına işaret eden nabzın atıp atmadığına bakılır. Eğer nabız atıyorsa umut var demektir. Aksi takdirde yakınlarında, karamsarlık, sinirlilik vb. birçok endişe ile umutsuzluk daha çok kendini hissettirir. Çaresiz olmanın en dayanılmaz ruhsal durumudur umutsuzluk. Neden bunları anlattım diye merak edenler olmuştur.

Malatya’mızın deprem sonrası durumuna açıklık getirebilmek için anlattım bunları. Çünkü ben şehirlerin de bir kalbi olduğuna inanıyorum. Çünkü ben şehirlerin, orada yaşayanların suretini yansıttığına inanıyorum. 6 Şubat evvelinde bu aziz memleketin havasını soluyan, suyunu içen insanların özlemlerini, beklentilerini, umutlarını karşılamaya kendini adamış kararlı bir şehir görüyordum. İnsanların heyecanlarına, duygularına, düğünlerine, bayramlarına bütün coşkunluğuyla katılan sevdalı bir şehir görüyordum; yüksek eyvanlarında bülbüllerin öttüğü. Ne zaman ki yaşanan depremler ile birlikte suyu bulanık akmaya başladı, havası kurşun rengine döndü; güzel Malatya’m soluk benizli bir insan sureti gibi yaşam ve ölüm arasında ince bir çizgi üzerinde kaldı; tıpkı alnına yazılan kader çizgisi gibi. Şimdiye kadar bu şehir bütün her şeyi ile ahde vefasını gösterdi; canımızdan can gitmemesi için arzın onca şiddetine direndi yaralı bir aslan gibi. Ama bizlerin vefasızlığı karşısında gitgide zayıf düşmeye başladı. Yaklaşık 50 gündür kan kaybediyor lakin umudunu koruyor, yaralarının sarılacağı inancıyla.

Ama biz ne yapıyoruz? Hâlâ bir teşhis koyamıyoruz. Hâlâ bir reçete yazamıyoruz. Neden biliyor musunuz? Tanıyor gibi görünüyoruz lakin hiç tanımıyoruz şehrimizi. Yönetilenden yönetene, hiçbirimiz şehrimizi tanımıyoruz.  Ismarlama reçetelerden medet umuyoruz. Mış gibi yapıyoruz. Hani biz bu şehri çok seviyorduk. Seven sevdiğinin derdini de dermanını da bilir; kimse kusura bakmasın. Sevmek ispatı gerektirir. Ben, sen, o, biz, siz, onlar; ivedilikle bu şehre olan vefamızı göstermek zorundayız, bu şehre olan sevdamızı “ki varsa” ispat etmek zorundayız.

Çünkü başka Malatya yok!!!

Selametle kalınız…

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Devamını Oku

İlk taşı temiz olan atsın!

1

BEĞENDİM

ABONE OL

Malatya’mız da yaşanan depremlerin getirdiği maddi ve manevi hasarlar uzun süreli hem şehir siluetinde hem de hafızalarda silinmeyecek gibi… Her sokağında, her caddesinde, her köşesinde yıkılmış binalar, yıkılmak üzere olan binalar yaşanan büyük tahribatın şimdilik görgü tanıkları gibi hüzünlü ve acı dolu. Şehir; kadimliğini gösteren, diğer şehirlerden farklılaşan yanlarını gösteren tarihi ve diğer yapılarının yıkılması ile gölgesiz bir yapıya büründü.

İnsan ise yaşadığı ölüm, yaralanma, ekonomik kayıp, barınma ve dahası ile öz yurdunda bir garip oldu. Deprem sonrası herkes elinden geldiğince ayakta durmaya, ayakta tutmaya dair bir gayretin içinde oldu. Devlet, birey, toplum, sivil toplum kuruluşları, medya vb. bu enkazın altından canlı çıkabilmenin, yaraları sarabilmenin telaşına düştüler; eksik yanları ve becerileri ile… Henüz bu travma taze iken bir suçlu aramaya başladık. Suçsuz olan kesinlikle biz değiliz tavrı ile bir günah keçisi aradık. Bir silsile yolu ile aşağıdan başlamak suretiyle suçlular aradık. Birileri kendini devletin yerine koyup oturdukları köşelerinde devlet ve yerel yöneticilere ayar vermeye çalıştı. Birileri sanki tek çözüm buymuş gibi kalemlerini çekip istifa naraları atmaya başladı. Birileri de toplumsal yozlaşmanın getirdiği sonuç olarak kendinin ne kadar dürüst olduğunu göstermeye çalıştı.

Bu şehir bir konteyner şehri olsaydı (belli bir süre böyle olacak gibi) ve biz sonradan gelip buraya yerleşmiş olsaydık, belki de suçluyu daha çabuk bulacaktık. Ama öyle değil. Bu şehir bizimle beraber emekledi, bizimle beraber yürüdü belki de tökezlemeseydi bizimle beraber koşacaktı. Ama müsaade etmedik.  Hepimiz kanun, yasa, yönetmeliklerde vb. boşluklar arayarak yarım yamalak işlerimize kılıf aradık. Minareyi çalan hırsızı aratmadık…

Hepimiz işimizi yarım yaptık.

Hepimiz çalışmadan zengin olmak istedik,

Hepimiz işe gitmeden işe gidiyormuş gibi maaş almak istedik,

Ve; devlet ricalinden affımızı istedik,

Vergi cezası affı,

Trafik cezası affı,

Ehliyet cezası affı,

Hükümlü affı,

Sigorta primi affı,

Kredi borcu affı,

İmar affı,

Toplum olarak buna benzer yüzlerce kusurumuzun affını biz talep ettik. Dolayısıyla herkes kendi cürmü kadar suçlu, ben de dahil, sen de dahil…

Ne kadar imkân bulmuşsak o kadar suç işlemişiz. Maalesef şahsiyet vesikamız bu…

Şimdi ilk taşı temiz olan atsın…

Selametle

Hasan Batar

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Devamını Oku

Depremde dayanıksız olan neydi?

1

BEĞENDİM

ABONE OL

6 Şubat tarihinde Malatya’mızın da büyük bir hasar gördüğü bir deprem yaşadık. O esnada, hepimizin iradesinin, aklının çeperlerini darmadağın eden bir psikolojik ve duygusal çalkantı da yaşadık. İnsan ve toprağın yaşadığı bu çalkantı birbirinden bağımsız olmadığını bir kez daha tahayyül etmiş olduk. Son yıllarda arzın ve arşın mücavir alanlarını istila eden insanın doyumsuz maddi beklentilerinin yükünü kaldıramadı bu topraklar. Hakikatin ve hakikatli davranmamanın kusurlarına dayanamadı bu topraklar. Dünyevi makamların sarhoşluğu ile gözleri önünde yaşanan yanlışlara karşın maslahatçı bir tavır sergileyenlerin ikircikli tavırlarını kaldıramadı bu topraklar. Güvenimiz adaletimiz, merhametimiz, maalesef enkazın altında kaldı. Vicdanlar sabaha sakat bir şekilde uyandı.

Arz; aynı zamanda terimsel olarak mütevazı kelimesine karşılık gelir. Üzerinde barındığımız toprak yani “arz” bu kadar mütevazılığına rağmen yükümüzü kaldıramadı. Belki de bu depremden sonra “Ne ektiysen onu biçersin” atasözünü hafızamızdan çıkarmayacağız. Çünkü bizlerin bu arz üzerinde yapıp ettiklerimizi arz yeniden bize verdi. Bundan dolayı da bizlerin bireysel olarak serin bir kafa ile düşünmesi lazım. Biz neden trafik kazalarında, sel baskınlarında, depremlerde bu kadar çok hasar alıyoruz. Çünkü toprağın mütevazılığı karşısında şımarık bir tavır sergiliyoruz. 5 katlı binalar yerine 15 katlı binalar yapıyoruz. Dere yataklarını akarını değiştirip bitmek bilmeyen fantezilerimiz, hazlarımız, doyumsuzluklarımız, aç gözlülüğümüz için çok fazla anlam yüklediğimiz evler inşa ediyoruz. Çünkü toplum olarak işimizi iyi yapmıyoruz. Bugün işimizi iyi yapıyor olsaydık sadece inşaat firmalarını suçluyor olmayacaktık. Bugün işimizi iyi yapıyor olsaydık deprem sonrası arama, kurtarma, barınma vb. alanlarda çalışan gönüllü ve görevli olanları suçluyor olmayacaktık. Bugün işimizi iyi yapıyor olsaydık medya mecralarında doğru haber aramanın samanlıkta iğne aramaktan daha zor olduğunu tecrübe etmeyecektik. Aslında gün yüzüne çıkan şey yaptığımız işin karakterimizi ortaya koymasıydı. Hepimiz ifşa olduk. İşimizin hakkını veremedik maalesef. Allah’ın bizim yaşamamız için bahşettiği bu toprakların altını üstüne getirdik.  Daha ötesine ulaşmak için, daha çok kazanmak için, daha konforlu yaşamak için vs. İnsana, doğaya, börtü böceğe karşı olan ikizyüzlü tavrımızdan dolayı geldiğimiz sonuç; 50 bin civarı ölüm, 100 bin civarı yaralanma, on binlerce yıkım, milyonlarca psikolojik travma.

Hayatımızda en çok olması gereken adalet, merhamet, vicdan, güven duygularının tamamı bir enkaza döndü. Evimizde yetiştirdiğimiz çiçeğin toprağına özen gösterdiğimiz gibi, evimizde beslediğimiz hayvanın mamasına özen gösterdiğimiz gibi toprağımızın üzerine diktiğimiz devasa binaların yükünü kaldırıp kaldırmayacağını hiç hesaba katmadık ve özen de göstermedik.

Günün sonunda “Gönülleri coşturan ayla güneşin” dediğimiz Malatya’mızın gönlü kırık, geceleri karanlık, gündüzleri harabe, sokakları bomboş. Bunu bize kim yaptı demeye gerek yok. Bunu bize yine biz yaptık. O zaman toplum olarak, yönetenler olarak, yönetilenler olarak bu toprağın üzerinde güven, adalet, merhamet ve vicdan çerçevesinde kenetlenmek suretiyle, bireysel ikballerimiz bir tarafa bırakmak suretiyle yeniden Bismillah demenin zamanı.

Bu şehrin geleceğine zarar verecek her şeyden uzak duracağımıza başta yöneticiler olmak üzere tıpkı TBMM’de yapılan yemin gibi; namusumuz ve şerefimiz üzerine yemin ederek Bismillah deme zamanı.

Çünkü şimdi Malatya zamanı…

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Devamını Oku

Nedir bu siyaset? Nasıl Olmalıdır Siyasetçi?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Öl söz verme; öl ama sözünden dönme”  Hacı Bektaş-ı Veli

Politika günlük hayatımızın önemli bir parçasıdır ve dünyamızdaki her şeyi etkileyebilir. Bu yazıda siyasetin kökenleri ya da kavramsal karşılığına değinmeyeceğim. Günlük rutinimizde siyaset ve siyasetçi ile ilgili beklentilerden bahsedeceğim. Siyaset, toplumda gücün nasıl kullanıldığına dair kararlar almanın bir yoludur aslında. Politikacılar, seçilmek daha çok toplumun ihtiyaçları hakkındaki bilgileri kullanarak seçmen ile arasında bir bağ kurmaya çalışır. Bu bağ bilinen ihtiyaçlara istinaden verilen vaadlerin karşılanıp karşılanmayacağına dair seçmenin ikna olması ile ya güçlenir ya da zayıflayıp kopar. Bunun için Hacı Bektaş-ı Veli  “Öl söz verme, öl sözünden dönme” sözünün siyaset yapanlar için bir düstur olması gerekiyor.

Peki, nasıl olmalıdır siyaset ya da siyasetçi?

Bir topluluğun tüm üyeleri için eşit hakların önemi hafife alınamaz. Demokrasi kavramı, tüm insanların kanun önünde eşit muamele görmesi gereken eşit vatandaşlar olduğu fikrine dayanmaktadır. Siyaset bunun için var olmalıdır. Elitlerin her türlü yaşamını kolaylaştırmaktan ziyade, toplumun genelinin hayatını kolaylaştırmak için var olmalıdır. Hiçbir çıkar grubunun halka tepeden bakmacı bir yaklaşım sergilemediği bir sistem sağlıyorsa siyaset bir anlam ifade eder. Çünkü siyaset belli bir zümrenin ikballerinin maddi ve manevi kişisel bir kazancının aracı değildir.  Bir bakıma birarada yaşabilmenin, toplumsal refahın sigortasıdır siyaset. Nerede durduklarına, hangi siyasi görüşe sahip olduğuna bakılmaksızın, vatandaşların yaşam kalitesinin hizmetkârıdır siyaset ve de siyasetçi. Kamu yararının merkeze alındığı, şeffaflığın düstur kabul edildiği, şeçilmiş yetkililere kadar herkesin yasalar ve uygulamalar karşısında eşit olduğu erdemli bir toplum tasavvurunun karşılığıdır siyaset. Din, dil, ırk veya cinsiyeti nedeniyle hiç kimseyenin ötekileştirilmediği, yoksulluk veya sıkıntıdan muzdarip olanlara merhamet ile yaklaşıldığı bir vicdani ve ahlaki yönetim anlayışıdır siyaset. Siyaset ve siyasetçi sadece ne pahasına olursa olsun belli zümrelerin istediğini elde etmenin meşguliyeti ile ömür tüketenlerin ya da heba edenlerin değil, tüm insanlara adil, nezaket, saygı ile yaklaşanların ömürlerini vakfettiği kurumsal bir zihindir.

Bunun için siyasetçi fark yaratmalıdır. Başkalarının hayatlarını iyileştirmek ve dünyamızı daha iyi bir yer haline getirmek için çalışmaya adanmalıdır. Maslahatçılıktan uzak, sadece halkın beklentileri için halkının yanında duran bir kahraman olmalıdır siyasetçi. Çünkü iyi bir siyasetçi, hizmet etmekle mükellf olduğu halkının, ihtiyaçlarını bilir, beklentilerini bilir, taleplerini duyar ve empatik bir yaklaşım ile çözümler geliştirir. Çünkü siyasetçi başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarınının önüne koyarsa siyasetçi olur.

Önümüzdeki aylarda Türkiye’nin seçimi olacak. Bizler, vatandaş olarak birilerini seçeceğiz; seçimlerimiz birilerinin reddine birlilerinin kabülüne kapı açaçacaktır.  Bir vatandaş olarak siyaset ve siyasetçinin bizdeki karşılığını kısmen izah etmeye çalıştım. Siyaset yapacakların bu anlattıklarım ve anlatamadıklarımı da baz alarak; akli ve vicdani melekelerini de merkeze koyarak siyasete atılmaları kendilerinden en büyük talebimizdir ve hakkımızdır. Bunun aksini düşünüyorlarsa lüftfen Hz. Muhammed’in tarif ettiği müsriflerin kim olduğuna bir göz atsınlar.

Selametle efendim

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Devamını Oku

Dinlemek ve Anlamak

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir düşünelim ne zamandan beri birbirimizi dinlemiyoruz. Aslında dinlemek istemiyoruz, sadece dinlemiş gibi yapıyoruz çünkü dinlersek beklide bir nebzede olsa birbirimizi anlayacağız.

Günümüz dünyasının büyük bir problemi olarak görmekteyim bunu. Yeryüzünde yaşanan her türlü olumsuzluğun altındaki sebeplerden bir tanesi de bu iki kelimenin manasını tam anlamıyla yerine getirmediğimizdir.

Hepimiz başkaları tarafından dinlenmek isteriz. İnsan olarak duygusal olmamız hasebi ile karşımızdakinin biz konuşurken başka tarafa bakarak bizi yok farz etmesi belki de hiç birimizin başına gelmesini istemediği bir olaydır.

Oysaki insanlığa sunulan bilginin asıl kaynağı dinlemektir. Dinlemenin eş anlamlısı duymak değildir kesinlikle bunu karıştırmamalıyız. Çünkü yaşadığımız âlemde kulaklarımızdan beynimize doğru sürekli gelen milyonlarca sesten sadece bir kaçını algılayabiliyoruz.

Dinlediklerimizi anlayabilmek onları tekrardan tasnif edip anlamlı hale getirerek doğruya ulaşmak insani vasıflardan olan bir erdemdir. Toplumların hayatlarını ve bakış açılarını değiştirten kanaat önderleri de bu yolu tercih etmişlerdir. Dinlemek ve Anlamak!

Belki çoğumuzda vardır insanların giyim kuşamlarına ya da çeşitli mimiklerine bakarak o insan hakkında kendi iç dünyamızda çeşitli ön yargılar oluşturmak ve onlar hakkında çeşitli kararlar vermek. Bu herkesin yapabileceği en kolay bir yöntemdir, evet iletişime geçmeden, ona birazcık dahi gülümsemeden, başını sallayarak bir selam vermeden, ani bir kararla o kişi hakkında son sözü söylemek.

Oysa bizim daha öncesinde bizde bu fikirler ya da ön yargılar oluşmadan üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmemiz gerekirdi. Önce can kulağı ile dinlemek ve o nu anlamak.

Dinlemek - Anlamak - Hasan Batar - Kalegundem com

Yani:

Metin! Nedir senin niyetin dememek?

Öte yandan evimizin en güzel köşesini işgal eden plazma televizyonlarımızda da, kültürümüze, örf ve adetlerimize, manevi değerlerimize sinsice saldıran programları can kulağıyla dinlemek ve olan saçmalıkları anlamaya çalışmaya yönelik gayretlerimizi biraz da çevremizdeki insanlara yönelik yaparsak iyi olmaz mı?

İnsanların niyetlerini onları dinledikten sonra anlamak yukarıda bahsettiğimiz erdemli olmanın gerekliliğidir.

Yürüyenler, konuşanlar, bakışanlar, selam verenler, yönetenler, yönetilenler, kısaca güzel ilimizin güzel insanları!

En yakınımızdakinden başlayarak gerçekten birbirimizi dinlemeye ve anlamaya yeni bir adım atmaya ne dersiniz?

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.