Hasan Batar, Kale Gündem - Haberler - Son Dakika Haberleri - Malatya Kale İlçesi sitesinin yazarı
DOLAR

32,5978$% 0.35

EURO

34,8206% 0.18

STERLİN

40,4207£% -0.48

GRAM ALTIN

2.508,43%0,98

ÇEYREK ALTIN

4.277,00%0,71

BİTCOİN

2098263฿%2.92109

İmsak Vakti a 02:00
Malatya PARÇALI AZ BULUTLU 21°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Hasan Batar

Hasan Batar

19 Ocak 2024 Cuma

    Talip Olanlara Talebimiz Aşikârdır

    Talip Olanlara Talebimiz Aşikârdır
    2

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Beş yılda; deprem, pandemi, ekonomik istikrarsızlık, tekrar deprem derken Malatya’mızın tarihinde az rastlanan, herkesi derinden sarsan felaketler yaşandı. 6 Şubat depremi ile bu şehrin yıllarca biriktirdiği, sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik sermayesi buharlaştı. Şehrin kaybettiği bu büyük sermaye bileşenleri, yüzyıllarca biriktirdiği yaşam pratiklerinin kıymetli hazineleriydi. Bugün şehrin caddelerini, sokaklarını, köylerini gezdiğimizde ne kadar kıymetli şeylerin kaybolduğuna şahit oluyoruz. Minaresiz camiler, çatısız evler, çocuksuz sokaklar, ışıksız sokak lambaları ve dahası… Özellikle şehir merkezi ve civarında meskensiz, kaldırımsız, ışıksız, ağaçsız ve insansız mekânlarda gezerken acılarımız katbekat artıyor.

    Hayıflanmalarımız, keşkelerimiz, kırgınlıklarımız, kızgınlıklarımız artıyor.

    Neden mi artıyor?

    Emanetimize yani şehrimize hakkıyla sahip çıkmadığımız için. Her birimiz kendi menfaatlerimizi, beklentilerimizi şehrin ali menfaatlerinden önceye koyduğumuz için. Önce “ben” dediğimiz için. Vurdumduymaz olduğumuz için. Göz yumduğumuz için. Hâl böyle olunca ihmal edilen Malatyamız çok fazla direnç gösteremedi, 6 Şubat depremi ile de daha büyük yaralar aldı.

    31 Mart seçimleri geldi çattı…

    Bir elinde Musa’nın asası, diğer elinde Alaaddin’in sihirli lambası varmış gibi dolaşarak yapay vaat satan tacirlere ihtiyacımız yoktur. Cümleleri ve sözleri dahi oradan buradan devşirilen sanal sloganik aktörlere ihtiyacımız yoktur. Acaba bir yerlerde bir makam kapabilir miyim düşüncesi ile siyaset kurumunu bayağılaştıran siyasi “dehalara” ihtiyacımız yoktur. Devletin ve yerelin imkânlarını kullanarak kendilerini kurtarıcı gibi gösterenlere ihtiyacımız yoktur.

    Bizim bu yarayı kendi yarasını sarar gibi saracaklara, bu yaranın sebebini bilenlere, bu yaranın dermanını bilenlere, önceliği Malatya olanlara ihtiyacımız var. Her ne şartta olursa olsun sadece memleketin âli menfaati için siyaset yapacaklara, hizmet üreteceklere, ihtiyacımız var. Başta büyükşehir belediyesi olmak üzere ilçe belediyelerinin, milletvekillerinin, kamu kurumlarının, muhtarların, sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun, memleket yararına bir ve beraber olmasına ihtiyacımız var. Bu şehrin yıkılmışlığına, adalet penceresinden, merhamet penceresinden ve vicdan penceresinden bakacak, elini taşın altına koyacak, şehrin en ufak menfaatine halel getirmeyecek, şehri bir bütün olarak görecek şehrül-eminlere ihtiyacımız var…  

    Talip olanlara, talebimiz aşikârdır.

    Oyumuza değil, gönlümüze, kalbimize, sevdamıza talip olanlar buyursun…

    Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

     

    Devamını Oku

    Zümrelerin siyaset pazarında halk

    Zümrelerin siyaset pazarında halk
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – 2024 Türkiye yerel seçimleri geldi çattı. Yaklaşık beş yıl önce seçilen bazı belediye başkanları, bazı meclis üyeleri, bazı muhtarlar bu beş yıllık sürenin belki çok uzun bir süre olduğunu, hiç bitmeyeceğini düşünmüşlerdi. 31 Mart’ta seçim sürecini yaşayanların bir kısmı bu sürecin göz açıp kapama aralığında olduğunu fark etmişlerdir; siyaset arenasına bir fasıla verecekleri için. Bir kısmı da siyasal ömrünü biraz daha uzatabilmek adına türlü türlü entrikaların, türlü türlü hesapların girdabında yönünü bulmaya çalışacaktır belki de. Çünkü günümüzde siyaset maalesef, halka hizmet etmekten ziyade zümrelerin siyaset pazarında varlık göstermenin mücadelesini ön plana çıkıyor.

    Hâl böyle olunca, çoğu kimse kişisel tavrıyla, şahsiyetiyle, iradesi ile bu siyasal pazarın içerisinde yer alamıyor ya da aldırılmıyor. Dolayısıyla siyaset, belli zümrelerin ali menfaatlerinin aracı hâline geliyor. Durum böyle olunca, kapalı kapılar arkasında nice idealler, nice hayaller törpülenip başka bir forma sokuluyor. Adaylar, ortak adaylar, gizli adaylar, aday olmayan adaylar bu halkın siyasal aklını, siyasal tavrını bir tarafa bırakarak yerel siyasette var olmanın azmi ile çırpınıp duruyorlar. Memlekete hizmet etme siyaseti yerine imaj ve algı siyasetinin kıskacında savrulup duruyorlar. Çünkü zümrelerin siyasetinde kendilerini seçen, kendilerine statü kazandıran, kendilerine yaptırım yetkisi veren halk yok. Gerek ulusal seçimlerde gerek yerel seçimlerde halkı apolitik bir duruma getiren, kerhen sandık başına götüren şey bu ve benzeri durumlardır. Açık hava reklamları, TV reklamları, sosyal medya paylaşımlarından öteye gidemeyen, kalplere giremeyen halksız siyaset her geçen gün daha çok itibar kaybediyor.

    Bir şehre adil bir şekilde hizmet etmenin vebali ile tir tir titreyen adamların bu zümrelerin siyasal aklını dumura uğratması lazım.

    Sırtını halkına dayayan, onların iradesine sahip çıkan ve irade gösteren adamların bu zümrelerin siyasal aklını dumura uğratması lazım.

    Seçkinlerin ve yakınlarının makam sahibi olmasını, palazlanmasını değil, ehliyeti, liyakati, adaleti, merhameti, vicdanı üstün tutan adamların bu zümrelerin siyasal aklını dumura uğratması lazım.

    Çünkü yıkıla yıkıla silüeti dahi kaybolmuş bu şehrin, bir dakikalık hizmet akışının sekteye uğramasına tahammülü yok. Konteynerdeki ailenin, esnafın, hastanın, yaşlının, engellinin, çocuğun belirsizlikler içinde savrulmaya tahammülü yok.

    Beklenti odur ki yerel seçimlerin kapıda olduğu bugünlerde, yerel ve ulusal siyasette var olanların ve var olmaya çalışanların kendi özü olan halkı ile birlikte hareket etmesi…

    Beklenti odur ki adayların algıyı ve imajı değil, halkını merkeze koyması, şehrinin her hakkını kendi hakkı gibi gözetmesi ve kollaması…

    Beklenti odur ki adayların İLKELİ OLMASI, KUCAKLAYICI OLMASI, gözleri önünde darmadağın olmuş bu şehri nasıl ayağa kaldırabilirim endişesi ile UYUMAMASI, AZ GÜLMESİ ve ÇOK AĞLAMASIDIR…

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Hayatta olmak mı yaşamak mı?

    Hayatta olmak mı yaşamak mı?
    2

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Bu sayıdaki makalemde içimi acıtan iki taraftan bahsedeceğim. Birinci taraf biziz… Bolluk ve bereket içinde şımartılmış, değer yargıları törpülenmiş, daha çok kazanma arzusunun kölesi olmuş, doyumsuzlukları zirve yapmış bizden bahsetmek istiyorum… Başımıza gelen onlarca musibetten ders çıkarmayan, daha çok şımaran; ticaretinde, işinde, sosyal hayatında insani bir duruş sergileyemeyen, yalan, riya ve algı ile ömrünü israf eden bizden bahsetmek istiyorum. Dara düşeni sömüren ki depremden sonra bunu fazlasıyla yaşadık -bizden bahsetmek istiyorum… Fırsat bu fırsat diyerek birine bin katmak isteyenlerin gözü dönmüş ahlaksız ticaretlerinden; daha fazla paraya kiraya vermek için çocuklarıyla birlikte aileleri kapı dışarı eden ev sahibi olan bizden bahsetmek istiyorum… Yediğinden, içtiğinden, giydiğinden kısarak aldığı evinin hasarını gidermek isteyenleri sömüren bazı ahlaksız firma sahiplerinden, bazı ahlaksız, vicdansız ustalardan ve bazı ahlaksız işçilerden bahsetmek istiyorum. Şehri başına yıkılmış, aç kalmış, açıkta kalmış insanlara yardım elini uzatanların yardımlarını eşine, dostuna şuursuzca peşkeş çeken bazı zavallılardan bahsetmek istiyorum… Küçücük menfaati uğruna, yıkılmış olan bu şehre bir çivi çakılmasın diye bürokrasiyi yanıltan, yerel yönetimleri yanıltan, siyasi otoriteleri yanıltan hülasa, şehrin geleceğini karartan bazı zavallılardan bahsetmek istiyorum… İçine düştüğümüz bu toplumsal sapmanın farkında olup da konuşmayan âlimlerden, hocalardan, akademisyenlerden, kanaat önderlerinden, STK’lardan bahsetmek istiyorum…

    Evet, bunlar içimi acıtan şeylerin bir tarafıydı… İçimi acıtan diğer taraftan da bahsetmek istiyorum. Belki de kendimize acıyarak bakacağımız bir diğer taraf… Zulme karşı duyarsızlığımızı ortaya koyan diğer taraf… İnsanlığa medeniyet, adalet, merhamet götürdüğümüz zamanlarımız ile şimdiki zamanımızı hatırlatan diğer taraf; Filistin…

    Evet, Filistin’den bahsetmek istiyorum. Çoğunluğu kapsayan fakat hükümleri çerçöp misali olan milyonlarca Müslüman’ın gözleri önünde vatanları işgal edilen; peygamberimizin emaneti Mescidi Aksa’ya, Kudüs’e canları pahasına sahip çıkan Filistin’den bahsetmek istiyorum. İmanını, itikadını zalime ve zulme karşı dipdiri tutan kahraman Filistinli erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan bahsetmek istiyorum… Küçücük dükkânını, evini, milyon dolar verilmesine rağmen davası için, Kudüs için, Mescidi Aksa için satmayan bilinçli, ahlaklı, davasının eri, Filistinli esnaflardan, ev sahiplerinden bahsetmek istiyorum… Üzerine tonlarca bomba yağdırılan, Müslüman’dan ümidini kesse de Allah’tan ümidini kesmeyen cesaretli, ağırbaşlı, sapanlı, taşlı Filistinlilerden bahsetmek istiyorum… Bombalanan binanın altında kız kardeşi ile birlikte sağ çıkarılan dokuz yaşındaki Filistinli çocuğun “Elhamdülillah sağız, babamız annemiz şehit oldu, keşke biz de şehit olsaydık” diyen vakur ve kararlı duruşundan bahsetmek istiyorum… Canları parça parça koparılarak şehit edilen on binlerce Filistinlinin biz Müslümanlara acıyan bakışlarından bahsetmek istiyorum…

    Merhum Mehmet Akif’in dediği gibi:

    “Müslümanlık nerede?

    Bizden geçmiş insanlık bile…

    Âlem aldatmaksa maksat,  aldanan yok,  nafile!

    Kaç hakiki Müslüman gördümse;

    Hep makberdedir.

    Müslümanlık, bilmem amma, 

    Galiba göklerdedir!”

    Galiba hayatta olan bizleriz; yaşayanlar ise milyonlarca Müslüman’ın izzetini, şerefini omuzlayan; imanına, davasına, Aksa’sına sahip çıkarak şehit olan Filistinliler…

    Selam ve Dua ile…

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Günümüz insanın çıkmazları

    Günümüz insanın çıkmazları
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Bir önceki yazımızda beklentisiz dostluklar inşa etmek üzerine bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıyı kaleme alırken, bireyin toplum içerisinde sığınacak limanlarının her geçen gün kaybolduğunun daha da belirgin hale gelmesi ile ilgiliydi. Konuştuğum kişilerin, dertleşeceği, özel mevzularını paylaşacağı güvenli dostluklar kuramayışı ile ilgili serzenişleri aslında toplum olarak geldiğimiz noktanın hiç de iç açıcı olmadığına işaret ediyor.

    Toplumumuzun yapı taşlarını oluşturan inanmak, güvenmek vb. kavramların anlamsal derinlikleri zihnimizde buharlaştıkça, yapay gündemler sosyal hayatımızın her alanına girdikçe, geleneksel anlamdaki toplumsal dinamiklerimiz modern çağın akışkanlığında kayboldukça, sosyal hayat bizler için a sosyal bir hayat formuna dönüştü. Peki, bizleri bu duruma getiren şey neydi? Zaman ve mekân bileşkesinin özü olan bizler; yalıtılmış insansızlaştırılmış, metalaştırılmış bu soğuk yakınlıkların girdabına niçin girdik?  Bunları bize kim yaptı? Gelinen bu durumda bizlerin bir dahli var mı? Buna benzer kendimizi dışarıda tutacak birçok soru sorulabilir. Ama önce içeri bakmalı insan. Ben kendi adıma şunu itiraf ediyorum. Gelinen bu girift hayat biçiminde benim de dahlimin olduğunu söylüyorum. Ben, sen, o, bizler ve sizler. Hepimizin dahli var.

    Sosyal yaşam pratiğimizde adalet yerine maslahatçı bir tavır sergiler olduk. Yapılan edilen, doğru veya yanlış hiçbir şeye adalet ve vicdan penceresinden ilişmeyen, günün şartlarına göre manevra geliştiren rotasız insanlar olduk, nefs-i emarelerimizin istikbali için. Olası bir gelişmede mevki, makam ve maddi olarak kazançlı çıkmak için.  Bunun için de orta segment işler, muğlak ifadeler, denge gözetmenin abartıldığı dengesizlikler inşa ettik. Maslahatçı anlayışlar geliştirerek daha yukarı sıçramanın dayanılmaz cazibesine kaptırdık kendimizi. İleride birileri bize büyük adam olmuş desinler diye. Demem o ki bu maslahatçı tavır bizlerin herhangi bir durum karşısında bir tavır ortaya koymasını adalet ve hakikatin tarafında olmamızı engelledi. Sorumluluk almama sendromuna yakalanmış bireyler olarak toplumda farkında olmadan bir güvensizlik ortamına neden olduk. Münasebetlerimizin merkezinde yalan ve riyayı koyduk. Ve içerisinde kıvranıp durduğumuz, hepimizin şikâyetçi olduğu yüzlerce çözümsüzlükler ürettik. Peki, menfaat ve maslahatçılık üzerine inşa edilen köpürtülmüş siyasal ve sosyal ilişkilerin getirdiği çözümsüzlüklere dur dememiz gerekmiyor mu?  Fatih’in dediği gibi: “Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam” dememiz gerekmiyor mu? Güç, makam yığınlarının altında kaybolmuş vicdan ve hakikati bulup en yukarıya çıkarmamız gerekmiyor mu? Günlük rutinlerimiz bozulmasın diye her şeye kapattığımız kalbimizi, kulağımızı ve gözlerimizi açmamız gerekmiyor mu? STK’mızı, partimizi, kurumumuzu hakikat ve adalet penceresinden yöneterek, bireyin, toplumun ve şehrin üzerimizdeki hakkını ödememiz gerekmiyor mu? Hak, hakikat, adalet, vicdan ve merhametin tecellisi için bedel ödememiz gerekmiyor mu?

    Nereye bu kaçış; nereye kadar!!!

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Beklentisiz dostluklar inşa etmek

    Beklentisiz dostluklar inşa etmek
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Evvela merhum Cemil Meriç’in bir sözü ile başlayalım: “İyilik eden mükâfat bekliyorsa tefecidir” diyordu.  

    Hakikat ve sevgi boşluğunun yerini dolduran bu sözde iyilik hali günümüz insanının en büyük çıkmazı olarak karşımızda durmaktadır. Birisine yapılan iyiliğin karşılığında beklenti içerisinde olmak hali… Üzülerek söylemeliyim ki bugün ilişkilerimizin ana eksenini karşılıklı beklentiyle iyilik yapmak oluşturmaktadır… Oysa, “İyilik yap; balık bilmezse Halik bilir” diye bir sözümüz vardı… Arkasına bakmadan bırakılan iyiliğin, yapanı ve yapılanı iyileştirdiği bir sosyalitemiz, bir yaşam felsefemiz vardı. Ama bugün birey ve toplum olarak beklentisiz iyilik yapmanın, beklentisiz ilişki kurmanın, beklentisiz hasbi dostluklar kurmanın çok gerisinde kaldık maalesef… Bir ilişki ağı oluşturduk lakin bu ilişki ağımızı bir güç merkezine dönüştürerek kişisel ikballerimizi tatmin etmenin aracı haline getirdik… Çalıştığımız kurumun, hizmet ettiğimiz STK’nın, siyasi partinin, dahil olduğumuz platformların mevzusuna bu zaviyeden baktık… Bundan dolayı topyekûn bir iyilik halinde olmanın hazzını ıskaladık…

    Bu sebeptendir ki derdimizin dermanını, sevinçlerimizin ortağını bulamadık.

    Bundan dolayı etrafımızda olan bir takım yalan ve yanlış şeyler hakkında adalet ve vicdan çerçevesinde konuşamıyoruz.  Çünkü bir sonraki adımımızda kendimizin iyiliği için planımız var, hedeflerimiz var…

    Bundan dolayı, kötülük yapanın, iltimas geçenin, hak yiyenin, yalan söyleyenin biliniyor olmasına rağmen bir tavır sergileyemiyoruz. Çünkü körelmiş maslahatçı zihinlerimiz ile kendimize dair gelecek planlarımız var…

    Tüm bu olup bitenler, beklentisiz dostluklarımızı kaybettiğimizden olabilir mi?

    Bugün, Hz. Ebubekir’in sadakatini; Hz. Ömer’in adaletini; Hz. Hamza’nın cesaretini, Hz. İsmail’in teslimiyetinin nerden geldiğini yeniden düşünmek durumundayız…

    Adaletin, cesaretin, sadakatin, teslimiyetin tecessüs ettiği bu durum, beklentisiz dostlukların varlığıydı aslında…

    Toplumsal dinamikleri bir arada tutan, toplumsal huzuru sağlayan şey Muhammed-ül Emin sıfatının etrafında kenetlenmiş beklentisiz dostlukları inşa eden; adalet, cesaret, sadakat, teslimiyet mefkûresinin varlığıydı aslında…

    Bugün, yeryüzü, gökyüzü, yerin altı ve üzerinde yaşayan herkes çalkantılı bir zamandan geçiyor. Yerin altının ve yerin üstünün bu çalkantılı durumundan kendimize ders çıkarmamız ve beklentisiz dostluklar inşa etmemiz gerektiğini belirtmek istiyorum…

    Başta yönetenler, sonra da yönetilenler olarak bu çıkara dayalı olan, sonunda da kimsenin çıkarı ile sonuçlanmayacak geçicilikten, sözüm olan dostluklardan, ilişkilerden, yönetme biçimimizden vazgeçmemiz gerekmiyor mu?

    Birey ve toplumun iyiliğine olacak her şeyi kendi ikballerimize kurban etmekten vazgeçmemiz gerekmiyor mu?

    Makam ve mevkilerin gölgesinde inşa ettiğimiz yapay ve geçici dostluklardan vazgeçmemiz gerekmiyor mu?

    Nasihati ölüm olan bu dünyadaki halimizi gözden geçirmemiz gerekmiyor mu?

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.