Aydemir Gültekin, Kale Gündem - Haberler - Son Dakika Haberleri - Malatya Kale İlçesi sitesinin yazarı
DOLAR

32,3207$% -0.62

EURO

34,7215% -0.49

STERLİN

40,5017£% -0.65

GRAM ALTIN

2.414,15%-0,34

ÇEYREK ALTIN

3.946,00%-0,30

BİTCOİN

1876040฿%-3.48474

İmsak Vakti a 02:00
Malatya HAFİF YAĞMUR 17°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Aydemir Gültekin

Aydemir Gültekin

02 Şubat 2024 Cuma

    Tosun Yusuf Mehmet Barış Manço

    Tosun Yusuf Mehmet Barış Manço
    3

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Aranjör, şarkıcı, besteci, söz yazarı, televizyon programı yapımcısı, sunucu, köşe yazarı, kültür elçisi, devlet sanatçısı… İsminin önüne daha birçok “ünvan” eklenebilecek çok yönlü bir insan. Giyimi, davranışları, yaşamı, şarkıları, filmleriyle Anadolu kültüründen beslenen bir İstanbul beyefendisi. Taraflı tarafsız herkesin sevdiği, saygı gösterdiği bir günümüz Evliya Çelebisi. Savaşlardan yılmış, yorulmuş halkın bir temennisi olarak ilk kez Barış ismi verilmiş bir bebek. Hiç görmediği “Tosun Yusuf” lakaplı amcasına saygı amacıyla koyulmuş uzunca bir isimle kayıtlara geçerek başlayan bir yaşam onunki; Tosun Yusuf Mehmet Barış Manço’nun yaşamı!

    Zeki Müren’e hocalık yapmış sanatçı bir anne ile İstanbul’un fethinden sonra Konya’dan Selanik’e göç ettirilen has be has Yörük bir babanın dört çocuğundan biri. Üsküdar, Kadıköy ve Cihangir ile biraz da Ankara’da geçen bir çocukluk dönemi ve sonrasında Galatasaray Lisesi ile başlayan hem eğitim hem müzik hayatı. Sonrası yurt dışında üniversiteyle birlikte amatörden profesyonel hayata geçerek artık mesleğim dediği müzisyenlik. Devamı birçoğumuzca malum sanatla iç içe bir hayat…

    Bugün 1 Şubat yani bu çok yönlü insanın aramızdan ayrılışının 25. yılı. Hâlbuki parmaklarındaki, her biri farklı anlam taşıyan yüzükleri, askerde mecburi olarak kestirmesi dışında omuzlarına dökülen saçları, hızlı ve heyecanlı konuşması ile zihinlerimize yer etmiş bir çağdaş Anadolu ozanı aslında. Hatta âşıklık geleneğinin çağdaş bir temsilcisidir o. Şarkılarında halk kültüründen, sanatından, edebiyatından bolca faydalanmıştır. Bununla da yetinmeyip “Domates Biber Patlıcan” diyerek günlük hayata, “Ayı” şarkısıyla şehir magandalığına, “Arkadaşım Eşek” ile çocukların hayvan sevgisi kazanmasına, “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” ile unutulmuş  yardımsever insanların tanınmasına, “Can Bedenden Çıkmayınca” ve “Ölüm Allah’ın Emri” ile dünyanın faniliğine, “Dağlar Dağlar” ile Anadolu insanının safiyane sevgisine, “Hey Koca Topçu” ile tarihi köklere ve milli duygulara, “Ali Yazar Veli Bozar” ile bürokrasinin çarklarına, “Halil İbrahim Sofrası” ile tüm dünya insanının kardeşliğine; kısaca hem söylediği, bestelediği şarkılarla hem çektiği kliplerle hem de yaptığı programlarla ülkemize kendi alanında yeni ufuklar kazandıran, adeta Horasan harcı gibi kendi doğallığıyla toplumda sağlam birleştirici olan tam bir sanatçı, Barış Manço.

    Kim unutabilir ki binlerce Japon seyircinin önünde oradan oraya koşturup sahnede devleşerek, sakinlikleriyle bildiğimiz Japonlar’ı -hatta başbakanını bile- çılgınca şarkılara eşlik ettirdiğini? Kim unutabilir, teni siyah olsa da kalbi saf altından daha parlak olan zayıf Afrikalı çocuğu havalara atıp sevgisini göstermesini? Peki, ekvator çizgisinin bir o yanına bir bu yanına geçip saman çöpüyle bize Coriolis etkisini (suyun saat yönünde veya saat yönünün tersine dönmesi) göstermesini kim unutabilir?

    TRT’nin tek kanal olduğu dönemde yaptığı “çocuk ve aileye yönelik eğitici ve eğlendirici bir dünya belgeseli” olarak bilinen “7’den 77’ye” programıyla dünyanın dört bir tarafını Evliya Çelebi gibi gezdi ve belki birçoğumuzun ilk kez gördüğü yerleri, insanları, yaşayışları ekranlardan evimize taşıdı. Etkisi hâlen devam eden “Adam Olacak Çocuk” programıyla herkese 10 puan dağıtırken verdiği mutluluğu kim verebilmiş ekrandan şimdiye kadar? Sadece çocuklara mı? Hayır! Yaş alan dedelerimize, ninelerimize de hitap ederek “İkinci Kahvaltı” programıyla pazar günleri herkesi televizyon başına topladı.

    Herhâlde şarkılarının Arapça, Bulgarca, Felemenkçe, Almanca, Fransızca, İbranice,  İngilizce, Japonca ve Yunanca olarak söylendiği tek sanatçıdır, Barış Manço. 

    Usta sanatçıyla ilgili elbette yazacak çok şey, anlatılacak çok anı, çekilecek birçok program var. Bunca yıldır yaşananları bir köşe yazısına sığdırmak imkânsız. Hatıraları, program bitiminde söylediği “Barış Manço Moda 81300 İstanbul”da, fani bedeni ise ebedi yolculuğunun geçiş kapısı olan Kanlıca’daki Mihrimah Sultan Mezarlığı’nda bulunan Barış Manço’yu andığımız bu yazıyı, kendisine bir röportajda sorulan “Bu kadar hayat dolu olmanıza rağmen şarkılarınız neden hep ölüm içeriyor?” sorusuna verdiği cevapla bitirelim.

    “Ölüm, yaşam uykusundan uyanmaktır.”

    Öyleyse ruhun şad olsun büyük ozan!

    Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Delilerine Sahip Çıkan Malatya

    Delilerine Sahip Çıkan Malatya
    2

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    19 Nisan 2020 tarihinde ülkemizin milli ve resmi haber ajansı Anadolu Ajansı, abonelerine şöyle bir haber geçti.

    Kale Gündem – “Malatya’da akli dengesi yerinde olmayan, araba zannettiği sopasıyla gezen ve Mercedes Kadir olarak tanınan Fatih Kaydı hayatını kaybetti.”
    Ardından şehrin en büyük mülki amiri olan Vali Bey açıklama yaptı. “Malatyamızda kişiliğiyle sembol olmuş, Mercedes Kadir adıyla müsemma Fatih Kaydı kardeşimizin vefatı hepimizi üzmüştür. Kendisine Cenabıhak’tan rahmet diliyorum.”

    Hemen sonra şehrin Belediye Başkanı “Malatyamızın sevilen simalarından Fatih Kaydı’nın (Mercedes Kadir) vefat haberini üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Kadirimize Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum,” diye yazdı sosyal medya hesabından. Bitti mi, hayır! Şehri temsil eden milletvekilleri, spor kulübü başkanları da taziye yayınladılar hem de fotoğraflısından…

    “Yarı kalıcı, ağır zihinsel bozukluktur,” şeklinde tanımlanır delilik. Buna yol açan sebepler arasında çocukken geçirilen fiziksel yaralanmalar bulunacağı gibi, doğuştan ya da sonradan yaşanmış ağır depresyonlu hayat neticesinde zihnin kontrolden çıkması olarak da özetlenebilir. Bir de romantik delilik var ki –Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha gibi- bu bahsi başka bir zamana bırakıp konumuza devam edelim.

    Kovrin’i tanır mısınız?
    Tanımıyor musunuz?

    Evet, ben de tanımazdım. Ta ki Çehov onu rüyasında görüp karakter olarak kâğıda dökene dek… Sonra tanıştık. Kendisi bir felsefe hocasıymış. Eşi Tanya’yı da sağlam seviyormuş hani. Ama ilgilendiği bilim onu bulutların üstüne doğru çıkartmaya başlayıp da Kovrin’de kuruntular içinde kendini bir dâhi hatta Tanrı’nın seçilmiş kullarından biri olduğuna inanmaya başlayınca işler değişmiş. En sonunda “deli olmasına izin verildiği sürece mutlu olan bir adam” ortaya çıkmış. “Dâhilikten deliliğe terfi!” mantığıyla ilerleyen bu öykü için aslında Çehov “tıbbi bir öykü” demiş. Tıp? Delilik? Bilim ve dâhilik?

    Haydi dönelim soğuk Rus bozkırlarından insanı da iklimi de sıcak Malatyamıza. Anadolu topraklarında her köyün, kasabanın ya da mahallenin mutlaka bir delisi vardır. Bazen halk olarak biz onları bu makama layık görürüz bazen de onlar öyle görünmek isterler. Kıyafetleri, konuşmaları, hareketleri ve kendine has eşyalarıyla toplumdaki normal(!) insanlar arasından hemen fark edilirler. Malatya’da da bu çerçevede ele alındıklarında toplum içinde bilmeyenler tarafından hakir, çoğunluk tarafından ise neşe, sevgi ve belki de kutsal bir figür olarak kabul edilirler. Kutsallığı biraz da “Kimin veli kimin deli olduğunu Allah bilir” inancı doğrultusunda şekillenmiş olan bu kişilerin duasını almak ve hatırını kırmamak için Malatya halkı onları gözetmiş ve kollamıştır.

    Kimler yok ki bu şekilde sevilen ve saygı duyulan: Şorikli Yaşar, Deli Yusuf, Gız Mahmut, İzzo, Haceli, Faro, Deli Gaffar, Deli Ahmet, Mamulo, Onyedili Zülküf Dayı, Mustafa Dayı, Leylek Ana, Adliye Bekir, Mısto, Niro, Bese, Azet Bacı ve Mercedes Kadir.

    Bu isimler, Malatya halkı tarafından kesinlikle dışlanmamış, horlanmamış tam tersine varlığından memnuniyet duyulan kişiler olmuş. Bazen onları konuşturarak gizemleri hakkında bilgi alınmak istenmiş bazen verilen sadakalarla işlerinin hayırlı olması için dua beklenmiş bazen de kendi dertlerini dinleyecek akıllı(!) kimseler yerine bu kişiler tercih edilmiş. Farklı zaman ve yerlerde yaşamış bu kişiler korunmuş, kollanmış ve adeta Malatya’nın simgesi haline gelmişler.

    Bu kişilerin en ünlüsü ise yazımızın girişinde taziyeler ile bahsettiğimiz Mercedes Kadir. Sosyal meydanın da gücüyle sadece Malatya’da değil tüm ülke sathında üne kavuşan bu kişiyi Malatyalılar çok seviyor. Yine yukarıda Anadolu Ajansı muhabirinin “Araba zannettiği sopasıyla gezen” olarak nitelendirdiği Kadir’in –ki bence zannetmiyor bilakis biliyor ve yaşıyordu- yaşanmış yüzlerce hikâyesinden birine misafir olalım.

    <<Kadir, gece yarısı komşularından birinin zilini peş peşe çalar. Uykulu halde ne olduğundan habersiz bir hışımla balkona çıkan komşu Kadir’i görünce bir an duraksar ve “Gecenin bu saatinde hayırdır?” diye sorar.

    “Metin abi, arabanı yola park etmişsin, geçemiyim,” cevabını alan komşu, “Kadir, bak kenarda yer var, oradan geç,” der.

    Kadir’in cevabı ise şöyle olur:

    “Yok abi, geçemem, arabana çayparım…”>>

    İşte gecenin o saatinde uyandırıldığında hışmı Kadir’i görünce geçene mi yoksa başkasının malına zarar vermeme inceliğini gösteren deli/dâhi/veliye mi gönlümüz kaysın?

    Gelin bir de işin perde arkasından haber verenlere bakalım. Leylek Ana ile görüşmesinden rahatsız olan Deli Hüseyin’in eşi, “Sen benden habersiz nerelere gidersin, yoksa Deli Leylek’le münasebetin mi var?” der. Hüseyin dede “Hanım, günahıma girme, bir sırrım var, söyleyemem. Eğer söylersem yola ihanet etmiş olurum ve yaşayamam. Ben seni aldatmadım, aldatmam da. Gel bu hırsından vazgeç!” der.
    Fakat eşi aynı üstelemeleri diğer günlerde de devam ettirir ve Hüseyin dedeyi sürekli sorgular. “Yağmur da yağsa kar da yağsa elbiselerin hep kupkuru. Belli ki uzaklara gitmiyorsun. Sen Deli Leylek’i kendine dost mu tuttun?” der yine bir gün. Deli Hüseyin, eşinin ısrarlarına dayanamaz ve “Biz Deli Leylek’le her cuma akşamı Adıyaman’a, Ebu Zer el-Gıfari’ye –ki bu zat 652 yılında vefat etmiştir- gidiyoruz ve onun yaralarına derman çalıyoruz,” der. “Bu ikimizin sırrıydı ve sırrı ortaya çıkarmak vermektir,” diye de yakınır. “Ben üç gün sonra vefat edeceğim ve benden üç gün sonra da Deli Leylek vefat edecek, onu yakınıma defnedin,” diye de vasiyette bulunur. Gerçekten de söyledikleri bir bir çıkar.

    Bir de Niro (Nurettin) vardır ki bu zat 1998 yılında vefat ettiğinde evindeki bütün halılar üzerine kapatılmış bir şekilde ölü bulunmuş. Mahalleli onun cinler tarafından boğularak öldürüldüğüne inanır. Daha yaşarken Malatya Kent Müzesine balmumumdan heykeli dikileninden öldükten sonra mezarı türbe yapılanına kadar birçok delisine(!) sahip çıkan bir millet elbette akıllısına da dirisine de sahip çıkacaktır diyerek yazımızı bir menkıbeyle bitirmiş olalım.

    <<Habib Baba, 4. Murad Devri’nde yaşamış, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır ve fakirdir. Kervanla bir yolculuk dönüşü, ruhu gibi bedenini de keseleyip temizlemek ister ve hamama gider.

    Hamamcı, “Olmaz! Bugün, Sultan Murad’ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan kimseyi alamam!” der.
    Habib Baba, “Ne olursun, camiye bu hâlimle giremem, seferden geldim, temiz olarak ibadet edeyim!” diye rica eder.
    İnsaflı olan hamamcı, “Peki, şu son odada hızlıca yıkan ve hemen çık, para da istemem, sakın vezirlerin senden haberleri olmasın!” diye uyarır.

    Habib Baba hamama girip yıkanmaya dursun, ardından heybetli fakat fakir görünümlü biri daha gelir. 4. Murad kendisinden habersiz, vezirlerinin topluca hamam âlemi yapacaklarının haberini almıştır. “Bakalım vezirlerim nasıl eğlenir, neler yaparlar?” diye teftişe tebdil-i kıyafetle gelmiştir. 4. Murad’a hamamcı, “Olmaz, Sultan’ın vezirleri hamamı tuttular, veremem…” der.

    Tebdil-i kıyafet içinde olan 4. Murad ısrar eder ve hamamcı onun da ısrarlarına dayanamaz, “Al peştemali, şu son odada yaşlı bir adam var, git onun yanında sen de yıkan, aman ha, vezirler sizden haberdar olmasın!” diyerek onu da odaya gönderir.

    4. Murad içeri süzülür ve Habib Baba ile sohbete başlarlar.
    Habib Baba, “Evlâdım, sırtın fazlaca kirlenmiş gibime geliyor, müsaade edersen keseleyivereyim!” diye bir teklifte bulunur.
    Şaşıran Sultan Murad, bu tekliften de hoşlanır. Zira ömründe ilk kez birisi padişah olduğunu bilmeden ve bir beklentiye girmeden yardım teklifinde bulunmuştur. Teklifi kabul eder. Sonunda kuru bir teşekkürle karşılık vermek istemez. “Baba, gel ben de senin sırtını keseleyeyim de ödeşmiş olalım!” der, keselemeye başlar.

    Bu sıralarda def, dümbelek, eğlence gırla gidiyor, hamamın diğer kısmı çın çın çınlıyordur! Sultan Murad keselemeye devam eder, bir taraftan da halkın düşüncesini öğrenmek için söylenir, “Baba, görüyor musun şu dünyanın halini? Şimdi Sultan Murad’a vezir olmak varmış! Adamlar def, dümbelek hamamı inletiyorlar. Biz burada kaçaklar gibi…” der demez, Habib Baba, “Be evlâdım, Sultan Murad dediğin kimdir? Sen, asıl Âlemlerin Sultanı’na kendini sevdirmeye bak ki onun sevgisini kazanınca sırtını Sultan Murad’a bile keselettirir!”>>
    Kim bilir, koca koca milletvekillerine, valilere, belediye başkanlarına taziye yayınlattıranlar belki de zamanımızın Habib Babalarıdır. Ne dersiniz?

    Bu köşe yazısında yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Aydemir Gültekin

    Devamını Oku

    Malatya’nın İlk Kadın Milletvekili

    Malatya’nın İlk Kadın Milletvekili
    6

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Mahalli seçimlerin atmosferini iyice hissetmeye başladığımız şu günlerde gelin sizleri ilginç ve tarihi bir kişilikle tanıştırayım. Malumunuz Cumhuriyetimiz 11. yılını doldurup 12’den gün aldığı zamanlarda eşitlik ve özgürlük ilkesi ile dünyada birçok ülkeden önce Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmişti. Büyük önder Atatürk’ün “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir!” sözüyle de taçlanan bu durum neticesinde kadınlarımız hemen 2 ay sonrası yapılan TBMM 5. dönem seçimlerine katılmış, reformların beşiği olarak adlandırılan Fransız kadınlarından bile önce bu hakka kavuşmuştur. Bu girizgâh ile hazır olduğunuzu düşünerek izninizle kendisini sayfama davet ediyorum. İşte karşınızda bilgisi, entelektüel kişiliği, idealistliği ile bir öğretmen, bir anne ve bir Cumhuriyet kadını, Mihri İffet Pektaş. Eh, böyle değerli bir insan gelir de bize söz düşer mi? Öyleyse kendi hayat hikâyesini kendi ağzından okuyalım.

    “Ben Mihri, 1886 yılında Bursa’da zamanın Bursa vali muavini Yusuf Bahaddin Bey ve ev hanımı İclal Hanım’ın kızları olarak dünya penceresini açtım. Çok küçük yaşta İstanbul’a göçtüğümüz için Bursa’ya dair hatırladığım bir anım yok. İlköğrenimimi Tevfik Fikret, Nakiye Hanım, Fazıl Ahmet gibi dönemin kalburüstü öğretmenlerinden ders alarak geçirdim. Laf aramızda Tevfik Fikret öğretmenimin sesi de kendisi de güzeldi, üstü daima temizdi ve o tam manasıyla bir centilmendi.

    Daha mezun olmadan Amerikan Kız Kolejinden öğretmenlik teklifi aldım ve çok sevdiğim mesleğime erken yaşta başlamış oldum. Birkaç yıl sonra evlilik ve ilk çocuğumun doğumuyla öğrencilerimden ayrı kalsam da akabinde tekrar ama bu sefer Robert Kolejinde öğretmenliğe başladım. Dile kolay burada 13 yıl İngilizce öğretmenliği yaptım ve hiç hesapta yokken milletvekilliği teklifi aldım. Söylediklerine göre beni son derece aydın, kültürlü ve Atatürk’ün modern Türk kadını tipine uygun olduğum için tercih etmişler. Böylelikle 1935 yılında TBMM’nin 5. Dönem Malatya milletvekili oldum. Hem de Malatya’nın ilk kadın milletvekili; ne mutlu bana! Sonrasında iki dönem daha bu görevi yürüttüm. Seçim bölgemin sorunlarıyla ilgilenmeye gayret göstererek diğer Malatya milletvekilleri ile birlikte bir rapor hazırladım. Bu raporda siz gelecek nesillerin çok işine yaracak, ülkemizin ekonomik bağımsızlığı adına yarar sağlayacak ve en önemlisi genç Cumhuriyetin bilim insanlarını yetiştirecek adımlar atılmasını istedim. Malatya’ya bir çimento fabrikası, pamuk ıslah istasyonu ve numune hastanesi kurularak faaliyete geçmesinin gerekli olduğundan, bölgede değişik yerlere yeni okulların açılmasının eğitime büyük katkı sağlayacağından ve şehrin sulama probleminin çözülmesinin gerekliliğinden bahsettim. Ayrıca Malatya’nın ilçelerindeki önemli sorunları da her platformda dile getirdim. Bunun yanı sıra yine Malatya milletvekili olarak 48. Uluslararası Kadın Kongresi, Türk Dil Kurultayı, Birleşmiş Milletler Kadın Hakları Komisyonu gibi yerlerde çalışmalarım oldu. Fransızca ve İngilizce bildiğimden birçok uluslararası etkinlikte ülkemi temsil ettikten sonra sanırım biraz yoruldum ve 1957 yılında tekrar öğretmenliğe döndüm. Kitap okumayı severdim, özellikle tarih, biyografi, roman ve şiirler çok ilgimi çekerdi. Hatta kitap sevgisini biraz abartmış olacağım ki evimin holünde bulunan kütüphanem ağırlıktan çökmüştü. Emeklilikle birlikte biraz da özellikle sağlık alanında gönüllü çalışmalarım oldu ama şimdi çok vaktimiz olmadığından onları başka zaman anlatırım. Şimdi müsaadenizle gururla taşıdığım Malatya Milletvekilliği apoletiyle yaptığım bir konuşmamdan kısa bir kesit ile misafirliğimi sonlandırmak istiyorum. Bu kısa kesit 1935’ten. Sporu, özellikle futbolu çok seven sizlere belki de bir uyarı olur. Sağlıcakla kalın.”

    “Benim bilhassa üstünde durmak istediğim cihet budur. Spor dendiği vakit her şeye rağmen kırarak, dökerek birincilik kazanmak mevzubahis olmamalıdır.
    Spor kelimesi; bir oyunda bütün kaidelere riayet ederek güzel oynamak, efendice oynamak ve neticede bazen efendi gibi kaybetmek, bazen efendi gibi kazanmaktır. Yoksa her ne olursa olsun kazanmak, katiyen değildir. Spor, bilhassa gençler arasında dayanışma yaratmak, beraber çalışmak ve neticeyi beraber kazanmaktır; mesuliyeti beraber yüklenmek, sevinci ve zaferi paylaşmak demektir.”

    Yazar Notu: Bu konuşma Mihri İffet Pektaş’ın hayatından yazar tarafından derlenmiştir. Pektaş 14 Temmuz 1979’da vefat etmiş ve İstanbul’da Aşiyan Mezarlığında metfundur.

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Zaman Makinesi

    Zaman Makinesi
    19

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Bir düşünün! Olduğunuz yerde sağa sola, öne arkaya birkaç adım atarak zamanlar arası geçiş yapabildiğinizi, sadece birkaç hareketinizle geçmiş medeniyetlerin yaşamlarına misafir olabildiğinizi düşünün. Bir bakmışsınız attığınız üç adımla günümüzden 4500 yıl öncesinden tanımadığınız bir köylünün kış için yaptığı yiyeceği sakladığı büyükçe bir çömleğin başındasınız ya da bir savaşçının birazdan girişeceği amansız mücadele için keskinleştirdiği mızrağı görüyorsunuz. Belki de bir taş ustasının halı misali ilmek ilmek dokuduğu mozaiğin büyüsüne kapılmış gitmişsiniz. Hatta kibar bir hanımefendinin parmaklarında parıldayan turkuaz renklerle bezenmiş seramik bir fincana bakıyor da olabilirsiniz. Bu yolculuğu belli bir zamana sıkıştırmanıza da gerek yok. İster ta Neolitik Çağ’a gidin ister Kalkolitik ya da Tunç Çağı’na; isterseniz Hitit uygarlığı ile Asurlular zamanına yolculuk yapın. Uzun yolculuklardan hoşlanmam derseniz size Cengiz Han’dan canlarını kurtarmak için göç eden Türkmen boylarının göçüne şahitlik etmeyi ya da Alpaslan’ın Malazgirt kapılarına dayandığı zamanları da önerebilirim.

    Anlattıklarım çok uçuk ya da inanılmaz mı geldi? Evet, zaman makinesi de halen icat edilmedi, biliyorum. -Bu konuda şahsen beklentim yüksek, yakın zamanda Elon Musk’tan böyle bir girişim bekliyorum. Ama bu anlattıklarımı gerçekleştirmek için icadı beklemenize gerek yok. Hitit, Asur, Urartu, Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini bir arada görmeniz için Malatya merkez mahallesi Kernek’te bulunan “Arkeoloji Müzesi’ni” ziyaret etmeniz yeterli. Evet evet, bu kadar basit! Bunca medeniyetin nasıl yaşadığı, neler ürettiği, ne şekilde beslendiği ya da barındığı, sanatları ve yaşamlarına dair daha birçok ipucunu bir arada görmeniz mümkün. Haydi, sizinle bir uygulama yapalım: Paleolitik Çağ’da (bilinen ismiyle Yontma Taş Devri) yaşayan bir komşunuzu düşünün. Mağarasından yavaş yavaş düzlüklere inip ilk defa ovada, sulak yerlerde tarıma başladığını veya hayvanları evcilleştirerek onlardan faydalandığını hayal edin. Peyderpey ovadaki bu meşguliyetinden dolayı yerelleştiğini ve korunmak için ev yapımına giriştiğini göreceksiniz (Umarım o zamanlarda da yerleşim yerlerini fay hattı üstüne yapmamışlardır). Sonra, belki kültürel belki ihtiyaca binaen belki de inanç doğrultusunda heykelcikler, kap-kacak veya alet edevat yapımına başladıklarını… İşte tüm bunlar ve daha fazlası Malatya ve çevresinde yani şu an yaşadığınız topraklarda oldu. Hem de tam MÖ -Bu kısaltma Malatya’dan önce demek değildir- 7000’li yıllarda. Velhasıl Arslantepe’si, Hasırcılar’ı, Karahöyük’ü, İsa Höyük’ü, Morhamam’ı, Pirot Höyük’ü ile İzollu coğrafyası Mezopotamya’nın kuzey kapısı, Anadolu’nun geçiş köprüsü, İpek Yolu’nun uğrak yeri kadim Malatya’dan örnekler görmek isterseniz Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret etmenizi öneririm.

    Zaman makinesi demişken, başlangıcını 6 Şubat depremi gibi çok büyük bir acı ile yaptığımız 2023 senesini geride bıraktık. Gönül ister ki bir önceki yıl bir sonraki yıldan daha güzel olsun. Gönül ister ki zaman makinemiz hep iyi ve güzel yıllara bizi götürsün. Gönül ister ki dostluk, kardeşlik, arkadaşlık hep daim olsun. O zaman biz istemeye devam edelim, belki zaman bize cömert davranır, ne dersiniz?  

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.